Metallica, ‘Hardwired…To Self-Destruct’: Maziye Dalmadan Tarza Takılmadan

Ağustos ayı sonuna doğru ‘Metallica’ yeni albümden ‘Hardwired’ parçasını yayımladı ve beklenen tartışmalar gün yüzüne çıkmaya başladı. Ardından da sırasıyla ‘Moth into Flame’ ve ‘Atlas, Rise!’ın sunumuyla beraber ayyuka doğru yükselen albüm önsezileri iyice ateşlenmiş oldu.

Aslında dinleyici tarafından da ‘Metallica’ cephesinden de bakıldığında gelen her yeni albüm öncesi yaşanan bu durum doğal olarak karşılanabilir. Yine de iki bakış açısı için de kolay olmadığı aşikâr.
1996’da yayımladıkları ‘Load’ dan beri bu çelişik halden çıkılabilmiş değil. O yıldan itibaren grup değişik yollara sapıp müziğini farklı açılımlarla beslemek istemiş olabilir. Oysa Thrash metal köklerine sıkı sıkıya bağlı büyük dinleyici kitlesi için durum bu kadar basit açıklanıp kabul edilebilecek gibi değildi. Ardından gelen ‘Reload’ ve özellikle de ‘St. Anger’ zaten her kafadan ayrı çıkan sesleri daha da kemikleştirdi. ‘Metallica’ bitmiştir diyerek ‘eski albümlerden başkasını tanımam’ diyenler her yeni işle beraber kendilerini haklı çıkaracak daha fazla malzemeye sahip oluyorlardı. ‘Cliff Burton’ın yerinin doldurulmasının imkansızlığından ve ‘Jason Newsted’a haksızlık yapıldığından tutun da, ‘James Hetfield’ın baskınlığı, ‘Kirk Hammet’ın sololarının sıradanlığı ve ‘Lars Ulrich’in davul performansı sorgulanan değerler olarak karşımıza çıkıyordu. Geçen yıllara ve gidişata bakıldığında hepsi de yerinde tespitlerdi aslında. Bir kısım dinleyici için de ‘eski günlerin tadında olmasa da dinlenebilecek parçalar da var’ kıvamında devam ediyordu süreç.

Mazi hakikaten de kalbinde yaraydı büyük bir kitlenin. Çünkü tartışılmaz bir isimdi Metallica. Başlı başına bir ilham kaynağıydı onlar. ‘Kill’em All’, ‘Right The Lightning’ ve ‘Master of Puppets’ albümleri thrash metalin fitilini ateşleyip adını altın harflerle yere göğe yazmalarını sağlamıştı. Kendileriyle özdeşleşen soundlarıyla daha önce girilmemiş sularda yüzüyorlardı. ‘And Justice For All’ ile de ustalık apoletlerini çakıvermişlerdi omuzlarına. ‘Black’ albümüyle de kuşkusuz dünyanın en meşhur metal grubu ünvanını kazanmış ve artık küresel boyutta bir marka haline gelmişlerdi.

Peki sonra ne oldu? Başarılarla dolu kariyere farklı müzikal yaklaşımlar katmaya başlayıp kendilerini yukarıda bahsettiğim tartışmaların göbeğinde buldular. Belki de ‘Load’ ve ‘Reload’ ile de yeni bir türün kontağını çevirmişlerdi ve gerçek şu ki kariyerleri içinde yaşanan bu önüne geçilemez dönem kıyaslamalarına rağmen ‘Metallica’ her gittiği coğrafyada stadyumları dolduran ender gruplar arasında yer almayı her daim başardı.

2008’de bu defa ‘Death Magnetic’ ile karşımızdaydılar, direksiyonu da ‘Rick Rubin’ gibi bir sihirbazın ellerine teslim ederek. Albüm nispeten bir nefes aldırmıştı gruba, hatta liste başarısı bakımından tahmin edilenin üzerine çıkmıştı. Fakat her zaman var olan soru işaretlerini de giderebilmiş değildi.

Bazı gruplar vardır ki dinleyicisi için çok fazla şey ifade eder ve bu sebeple de eleştiri okları oldukça sivri olur. Aslında sağlıklı olmasa da ‘Metallica’ ağırlığındaki grupların albümleri sadece kendi içinde şarkılar bazında değil, en başarılı oldukları dönemleriyle kıyaslanırlar.

Konuya biraz daha makul yaklaşanlar arasında yer alsam da baktığımda ben de ilk beş albüm dışındaki albümlerle büyük bir bağ kurabildiğimi söyleyemem. Yine de elden geldiğince, albümleri birbirlerine kırdırmadan önce kendi içlerinde, hatta yayımlandığı dönemin şartları da göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.

Sözü ‘Hardwired…To Self-Destruct’a getirecek olursak yine geçmişin gölgesinden sıyrılıp temiz hava sahasına çıkmak pek mümkün görünmüyor. Konuya serinkanlı bir bakış açısıyla yaklaşmayı düşündüğümde aklıma gelen ilk seçenek tür kategorizasyonuna girmeden elimizde bulunan yeni çalışmanın hissettirdikleri üzerinden bir dinleme gerçekleştirmek oluyor.

‘Hardwired…To Self-Destruct’

Açılış parçası ‘Hardwired’ yayımlandığı ilk günden beri iyi tepkiler alan ve grubun erken dönemlerine belki de en çok yaklaşan parçalardan. Bir bakıma ‘Metallica’nın performans üzerinden gelişen eleştirilere cevabının albüme yansıması. Dinamizim ve sound bakımından özellikle ‘Lars’ın nefes almasını sağlayacak seviyede saldırgan bir tempoda şarkının içinden geçip gidiyoruz. ‘Atlas, Rise!’a geldiğimizde ise gitarların sololar ve armoni yürüyüşleri ile NWOBHM etkileşimi göze çarpan ilk unsurlardan. Bu etkiden, albüm öncesi yayımlanan üç şarkıdan biri olan ve nazarımda da albümün öne çıkan parçalarından olduğunu düşündüğüm ‘Moth Into Flame’den de söz etmek mümkün. ‘Now That We’re Dead’ eli yüzü düzgün bir parça olmakla beraber ‘Metallica’nın son yirmi beş yılının izlerinden yürüyen bir içerik sunmaktan ileri gitmiyor. ‘Dream No More’ ilk etapta karanlık atmosferiyle dikkat çekiyor ve albümün başarılı işlerinden. ‘James’in vokaldeki oldukça doyurucu performansı da şarkının bir adım öne çıkmasını sağlayan unsurlardan.

İlk CD’nin kapanışını yapan parça ‘Halo On Fire’ albümdeki favorilerimden biri. Birbiri içine sarmalanmış değişken bölümlerle yerinde bir lezzet yakalanmış. ‘James’in clean vokal kullandığı kısımlar ve melodik süslemeler albümdeki en uzun parça olmasına karşın ‘Halo On Fire’ın sıkıcılığa kaymamasını sağlıyor.

İkinci CD’ye başladığımızda ‘Confusion’ karşılıyor bizi. Albümün iyileri arasına not edebileceğimiz bir parça. Bir yandan da dinledikçe içine girilebilecek şarkılar olduğunun albüm içindeki örneklerinden. Ancak anlaşılan o ki iyi rifflere rastlasak da dinlerken genel itibarıyla bir dinamizm aranıyor. Benzer bir durum ‘ManUNkind’ için de geçerli. Bazı bölümlerde davul atağa kalksın bir ritim zenginliği olsun istiyor insan. ‘Here Comes Revenge’ bu bölümün iyilerinden olsa da ‘Am I Savage?’ ile birlikte aynı kumsaldaki ayak izleri üzerinden adımlamaya devam ediyor. ‘Lemmy’ için yazıldığı açıklanan ‘Murder One’ın da yanından geçerek albümün kapanışını yapan ‘Spit Out The Bone’ ile biraz hareket yakalıyor parçanın orta yerindeki melodik ve Iron Maiden göndermeli soloyla bir hava yakalıyoruz. Albümün en thrash parçası kapanışa hizalanmış adeta.

Metallica dinleyicisi ve sıkı takipçileri açısından albümün nerede duracağı, hatta genel thrash dinleyicisi bakımından bir başucu albümü olmayacağı apaçık ortada.

Albümün ticari kaygılar gütmediği de görülüyor. Dinleyeni sımsıkı kavrayıp içine çekip alan bir albümden bahsedemesek de uzun şarkı yapıları ve benimsenmiş formüller piyasa şartları göz önüne alınarak kurgulandığını düşündürmüyor. Pek tabii Metallica ismi de başlı başına bir ticari meta.

Son tahlilde, tabii ki karşımızda yeni bir ‘Metallica’ albümü var. ‘Hardwired…To Self-Destruct’ ilgiyi sonuna kadar hak ediyor. Sekiz yıllık aradan sonra bir ‘Metallica’ albümü dinlemenin keyfini hissetmek mümkün. Belki albüme biraz zaman tanıyıp orta ve uzun vadede yaratacağı etkiyi gözlemlemek de faydalı olacaktır. Fakat beklentileri ve geçmiş kıyaslamalarını olabildiğince görmezden gelmek gerekliliği temel şart.

tr_TRTurkish