Dünyanın En Gürültülü Grubuyla Randevu: “A Place To Bury Strangers” İstanbul’daydı

Boğaç Gökmen

Geçen hafta ziyadesiyle bereketli müzik ziyafetleri ile damaklarda leziz tatlar bıraktı

Perşembe akşamı Beyoğlu Tünel’deki eski Babylon şimdinin ise Blind’ı, şahane atmosferinde sıra dışı bir grubu, A Place To Bury Strangers’ı buluşturdu dinleyiciyle.

Şimdi neresinden baksanız, hani arasanız tarasanız da yakalaması zor; zaten bu ekonomik şartlar ve döviz kurlarının kaçınılmaz gerçekliği karşısında yurt dışına konser için çıkmanın hayal olduğu koşullarda bulunmaz nimet tanımını sonuna kadar hak eden konserler kategorisindeydi A Place To Bury Strangers konseri.

Blind önünde laflarken ana grup öncesi sahneyi ısıtan gruplara göz atmayı ihmal etmeyen kitle yerli sahneden Selfblame ve Goblin Daycare’in ışıltılı ve kışkırtıcı sahne performanslarına şapka çıkartarak karşılık veriyor. A Place To Bury Strangers ya da kısaca APTBS’nin sahne saati yaklaşırken ise saflar sıklaşırken merak seviyesi de zirve yapıyor. Eh, neticede “dünyanın en gürültülü grubu” olarak anılan New Yorklu üçlünün ellerinden sıradan bir eylem çıkmasını bekleyemezsiniz.

Dünyanın en gürültülü grubu A Place To Bury Strangers ile randevu vaktimiz geldi çattı.

Vokal ve gitarda Oliver Ackermann, davulda Sandra Fedowitz ve bas gitarda John Fedowitz’ten kurulu, deneysel rock ekibi üç kişilik kadrosuyla dev gibi beliriyor sahnede. Esasen noise rock, post-punk, shoegaze, psychedelic ve space rock manzaralarından lezzetler içeren bambaşka bir yolculuk vadediyorlar. Hadi o zaman dalıyoruz.

Nezdimde “Görüp görebileceğiniz en tekme tokat giriş” iddiasını daha iyisini görünceye kadar koruyacak bir konser girişine ne dersiniz. Henüz ilk şarkıdan ne kadar ileri gider, önümüzdeki dakikalarda yaşanacaklar konusunda tansiyonu ne derece tepeye taşırsınız. Hiç merak etmeyin henüz girişle birlikte önce tellerinden tutulmak kaydıyla yel değirmenine dönüşen sonra da kırılan gitar sonrasında ise tekmelenen davul kiti ve dolayısıyla sahneye zımbalanan bakışlar.

Her şarkı bir öncekinin tansiyonunu devam ettirirken, Ackermann yarım kasa elektrik gitarıyla mekânın tuğla duvarlarına kaotik seslerden oluşan imzasını bırakıyordu. Kısacık saçları ve dünya sevimlisi bakışlarıyla gözlerimizi alamadığımız Sandra Fedowitz davulun ardında ritimlerdeki ustalığını konuşturuyor basçı John Fedowitz ise zaman zaman duvara tırmanmak kaydıyla grubun ruhunu yansıtıyor seyirciye.

O da ne? Ansızın Sandra davulu yüklendiği gibi havaya kaldırarak seyircilerin arasına iniyor çok geçmeden ise üçlü seyirci çemberinin merkezinde bir ayine başlıyor. Kısa da sürmüyor bu ayin. Belki de hiçbir konserde yaşanamayacak bir gönül birliği olarak hafızalara kazınıyor yaşananlar.

Bir an, grubun tişört, CD, kasetlerinin bulunduğu masanın ardındaki genç görevli duvar kenarından, seyirciyi yararak hışımla sahneye sıçrayıp düşen davul mikrofonunu yerine yerleştiriyor. Görenlerin takdir ettiği bu çeviklik, görevi ne olursa olsun grubun bir parçası olmanın da ne demek olduğu hakkında alkış alan bir örnek oluyor. Ackerman gitarı, davulun arkasında, duvardaki bir çıkıntıya asmaya çalışırken titreşen tellerin frekansı, tüm mekânı grubun kendine özgü gürültüsüyle kutsuyor. Sandra davulu alıp seyircinin önüne geliyor bu kez ve başlıyor şaman ritimleri atmaya. Davulun altına yerleştirdiği seyyar ışık nefis gölge oyunları yaratıyor. Sonra yeniden davulun başına geçen Sandra’ya gitarı uzatıyor Ackerman, o gitarı tutarken tellere abanıyor ve tabii o seyyar lamba hep baş rolde bu anlarda. Seyirci hipnotize vaziyette müziğin içinde, sahne önü devinimi kıvamında, Ackerman gitarı seyirciye uzattıkça parmaklar tellerde geziniyor, anlayacağınız her şey yerli yerinde. Alın size bitmesini istemeyeceğiniz bir konser daha. Hemen zihnimdeki unutulmayacak konserler klasörüne itinayla yerleştiriyorum A Place To Bury Strangers’ın bu bambaşka performansını.

Sonradan turnenin ismine baktığımda “Nothing Left to Destroy” yani “Yok Edecek Bir Şey Kalmadı” isimli, müzikal anlamda uçlarda gezinen bir performans sanatları gösterisine dahil olduğumuzu kavradım. Evet gürültüyü sanata çevirmek, sanatın gürültüsünü yapmak. Ama bunu yaparken işin en samimi, doğal ve estetik izlerini takip etmek. Çünkü bu gürültü bizi biz eden, yaşam enerjimizi tazeleyen varlığımızın da bir işareti âdeta.

Fotoğraflar: Cem Gültepe

tr_TRTurkish