Ursula K. Le Guin’den ‘Zihinde Bir Dalga’ yakında raflarda

Ursula K. Le Guin’in denemelerinden oluşan “Zihinde Bir Dalga” adlı kitap Metis Yayınları’nca basıldı. 17 Mart’ta okura sunulacak kitap Tuncay Birkan, Müge Gürsoy Sökmen, Özge Çelik, Özde Duygu Gürkan ve Savaş Kılıç tarafından Türkçeye kazandırıldı.

Kitap, “Şahsi Meseleler”, “Okumalar”, “Tartışmalar ve Görüş” ile “Yazmak Üzerine” adlı dört bölümden oluşuyor bu ve bölümlerde “Granit insanlar, Kızılderili amcalar, sözlük teyzeler; kütüphaneler, gerçek Yerdeniz adaları; Tolstoy, Borges, Dickens, Twain; Yüzüklerin Efendisi; masallar, toplumsal cinsiyet, ayaklar, güzellik, ölüm, sorgulanmayan varsayımlar ve düşlemek” anlatılıyor.

Yayıncısı tarafından “eski bir arkadaşınızla oturup muhabbet etmeye benziyor: Kafa açıcı olduğu kadar, insana kendini rahat hissettiren bir tarafı var; hararetle daldan dala atlarken, saatlerin nasıl geçip gittiğini anlamıyorsunuz bile” sözleriyle sunulan kitaptan “Köpekler, Kediler, Dansçılar / Güzellik Üzerine Düşünceler” (s.142-149) başlıklı bölüm şöyle:

Bu metnin daha eski bir versiyonu 1992’de Allure dergisinin “Düşünceler” bölümünde “İçimizdeki Yabancı” başlığıyla yayımlandı. O zamandan beri üzerinde bayağı değişiklik yaptım.

Köpekler nasıl göründüklerini bilmez. Hangi büyüklükte olduklarını bile bilmez köpekler. Kuşkusuz bu bizim suçumuz, köpekleri bu kadar tuhaf biçim ve boyutlarda üretip duran biziz. Erkek kardeşimin ayakta yirmi santime ancak ulaşan porsuk köpeği, bir Danua’ya onu parçalayacağından en ufak bir kuşku duymadan saldırabilir. Küçük bir köpek bileklerine saldırdığında büyük köpek ne yapacağını şaşırmış halde kalakalır genellikle: “Yesem mi şunu? O mu beni yer? Ben daha büyüğüm, değil mi?” Fakat sonra aynı Danua gelip kucağınıza oturmaya çalışırken yamyassı eder sizi, kendisini fino sanmaktadır.

Çocuklarım Teddy adındaki tatlı tazıyı görür görmez kaçmaya koyulurlardı, çünkü Teddy sevinçten kamçı gibi kuyruğunu öyle bir sallardı ki onları yere devirirdi. Patilerini börek tepsisine bastıklarında fark etmez köpekler. Nerede başlayıp nerede bittiklerini bilmezler.

Kedilerse nerede başlayıp bittiklerini gayet iyi bilir. Geçsinler diye tuttuğunuz kapıdan ağır ağır dışarı çıkarken kuyruklarını üç beş santim içerde bırakacak şekilde duraksadıklarında, ne yaptıklarının gayet farkındadırlar. Kapıyı açık tutmaya devam etmek zorunda olduğunuzu bilirler. Kuyrukları bunun için oradadır. Kedinin ilişki sürdürme tarzıdır bu.

Ev kedileri küçük olduklarını ve bunun bir önem taşıdığını bilir. Bir kedi tehdit edici bir köpekle karşılaşıp da yatay ya da dikey bir kaçış yolu bulamadığında aniden bir tür kürkten balon balığına dönüşerek boyutlarını üç katına çıkartır ve işe yarayabilir bu, çünkü köpeğin yine kafası karışır: “Kedi sanmıştım yahu şunu! Ben kediden daha büyük değil miyim? Yer mi beni acaba?”

Bir keresinde kaldırım boyunca havada süzülen kocaman, kapkara, balonumsu bir şey çıktı karşıma, korkunç bir şikâyet hırlaması çıkartıyordu. Karşıdan karşıya geçerken peşime takıldı. Beni yiyeceğinden korktum. Kapımın eşiğine geldiğimizde küçülmeye başladı ve bacağıma yaslandı, o zaman kedim Leonard’ı tanıdım, caddenin karşısındaki bir şey yüzünden paniğe kapılmıştı.

Kedilerin görünümlerine dair bir algıları vardır. Oturup bir ayakları kulaklarının arkasmda o şapşal temizlik hareketini yaptıkları sırada bile kıs kıs neye güldüğünüzü bilirler. Anlamazdan gelmeyi tercih ederler sadece. Bir zamanlar bir çift İran kedisi tanımıştım; siyah olanı daima kanepedeki beyaz yastığa yaslanırdı, beyaz olansa yarımdaki siyah yastığa. Sadece tüylerini en iyi görünecekleri yerde bırakmak istediklerinden değildi bu, ki buna daima dikkat eder kediler. Nerede en güzel görüneceklerini de biliyorlardı. Yastıklarım tedarik eden kadın onlara Dekoratör Kedilerim diyordu.

Biz insanlar ise çoğunlukla köpeklere benzeriz: Hangi boyutta, biçimde olduğumuzu, nasıl göründüğümüzü bilmeyiz pek. Bu cehaletin en uç örneği, uçak koltuklarını tasarlayanlarda görülür. Yelpazenin öbür ucunda, kendi görünümlerine dair en keskin, en canlı algıya sahip olanlarsa muhtemelen dansçılardır. Ne de olsa dansçıların nasıl göründüğü, yaptıkları şeyin ta kendisidir.

Sanırım modeller için de geçerli bu, ama daha dar bir anlamda – modellik yaparken esas önemli olan bir kameraya nasıl göründüğündür. Dansçının durumunda olduğu gibi gerçekten bedeninin içinde yaşamaktan çok farklı bir şeydir bu. Tiyatro ve sinema oyuncularının da sağlam bir özfarkındalığa ulaşmaları, yüzleriyle bedenlerinin ne yaptığını, ne ifade ettiğini fark etmeyi öğrenmeleri gerekir; ancak oyuncular sanatlarında sözcük kullanırlar ki sözcükler büyük illüzyon yaratıcılarıdır. Dansçı kendi etrafına sözcüklerden bir perde öremez. Sanatını yaratmak için elinde sadece görüntüsü, duruşu ve hareketleri vardır.

Tanıdığım dansçıların işgal ettikleri uzam konusunda herhangi bir yanılsamaları ya da kafa karışıklıkları yok. Sıklıkla yaralanıp bereleniyorlar -dans etmek ayakları öldürür, eklemleri de epey hırpalar- ama asla, asla bir börek tepsisine basmazlar. Bir keresinde prova yapan bir gruptaki genç bir dansçının ayak bileğini incelemek üzere salkım söğüt gibi yere kadar eğildiğini gördüm: “Ah,” dedi, “neredeyse mükemmel bedenim uf olmuş!” Çok tatlı bir şekilde komikti, ama düpedüz doğruydu: Bedeni neredeyse mükemmeldi. Bunu biliyordu, nerede mükemmel olmadığını da biliyordu. Elinden geldiğince mükemmel tutmaya çalışıyordu bedenini, çünkü enstrümanı, mecrası, ekmek teknesi ve sanatım icra ettiği şeydi o. Ancak bir çocuğun yapacağı kadar bütünüyle içinde yaşıyordu bedeninin, ama daha büyük bir farkındalıkla. Bundan da mutluydu.

Dansçıların bu yönünü seviyorum. Rejim yapanlardan ve egzersiz meraklılarından daha mutlular. Sokağımdan yukarı jogging yapanlar geçiyor, güm, güm, güm, yüzler ciddi, hiçbir şey görmeyen gözler donuklaşmış, kulaklar kulaklıkla tıkanmış – yerde bir börek tepsisi olsa o tuhaf gösterişli koşu ayakkabılarıyla ortasına basıp geçerler kesin. Kadınlar durmadan geçen hafta kaç kilo gitti, gelecek hafta ne kadar daha gidecek diye konuşup duruyorlar. Börek görseler çığlık atarlardı. Bedeniniz mükemmel değilse, cezalandırın onu! Acı yoksa ödül de yok, falan filan. Mükemmeliyet “ince”, “gergin” ve “sıkı” demektir – yirmi yaşındaki bir erkek atlet veya on ikisindeki jimnastikçi kızın olduğu gibi. Elli yaşındaki bir adam veya herhangi yaştaki bir kadında öyle vücut ne arar! “Mükemmel”miş! Mükemmel nedir? Beyaz bir yastıktaki siyah kedi, siyah yastıktaki beyaz kedi… Çiçekli elbise giymiş yumuşak esmer bir kadın… Mükemmel olmanın bir sürü başka yolu vardır ve tekine bile ulaşmak için kendinizi cezalandırmanız gerekmez…  

kaynak 

tr_TRTurkish