The Veils’ın Görseller Üzerinde Gezinen Melodi ve Cümleleri Arasında

Her tesadüf bir anlamda da yeni bir başlangıçtır. Hakkının teslim edilmesini gerektiren, sihir barındıran, her zaman yakalanması mümkün olmayan anlar içerir. Bir kısmının sonradan farkına varırız. Sonrasında da bize eşlik etmesine izin verdiğimiz hatıralar olarak var olurlar.

Müzik dinleme alışkanlıklarımız ve devamında tutkuya dönüşen birçok yanımız hatta farklı tarzlardan kendimize yakın hissettiklerimizi yakalama durumu da bir ölçüde tesadüfler kanalıyla gelişir.

Bir akşam Tünel civarında dolanırken girmeye karar verdiğimiz konserin başımıza açacakları gibi.  ‘Sun Gang’ albüm turnesinde olduklarını duyduğum ‘The Veils’e denk gelmiştik. Ne de güzel olmuş ki hem harika bir performans izlemiş hem de aklımızın kenarına bir grup kaydetmiştik gecenin sonunda. O günden bugüne de kayırıp farklı bir yere koymuştum onları. Çoğu şarkılarını ayrı bir yere koysam da ‘Lavinia’ ve özellikle ‘Larkspur’ arada sırada aklıma gelip en kısa sürede dinlemeye çalıştıklarım haline gelmişti.

Geçen akşam yine öyle bir akşamdı sanki. Birçok gerçeklikten çıkıp eve döndüğümde The Veils’ın yeni albümünü yayımladığı haberine rastladım. Albümü döndürmeye başladım. Bir süredir beklediğim bir albümdü ve o anda etrafımda önemli cümleler oluşturmayı bilen birilerinin olması iyi gelecekti.

İngiltere, Yeni Zelanda hattında değişik hikayeleri olan ‘Finn Andrews’in söyleyecek birçok lafı birikmişti, biliyorum.

Albüme dalıp gittim. Bir taraftan modern westernleri andıran tadlar alıyordum. Bazen Tarantino’nun ya da Coen biraderlerin elinden çıkma kareler gözümün önünden geçiyor onların üzerine oturuyordu şarkılar. ‘Jackie Brown’dan başlayabilir ‘Barton Fink’ten görüntüler seçebilirdim. Bir taraftan da mutlaka Lynch de olmalıydı aralarında. ‘Blue Velvet’, Wild at Heart’ hangisi olursa artık. Diğer yandan da genel itibarıyla ortaya çıkan işin kalitesine ve akışına şapka çıkartmakla meşguldüm.

Beni yanıltmamıştı ‘The Veils’.

‘Total Depravity’e dikkat etmek gerek diye düşünüyorum. Çünkü seyrine vardıklarımızın toplamı için bir arka fon oluşturma olasılığı mümkün. Dediğim gibi ‘Finn Andrews’in söylediklerine ekleyecek, seviyeyi ve atmosferi birkaç basamak yukarı çekecek cümleleri arasındayız. Birkaç dinleme sonrasında albümü kapatamadığınızı gördüğünüzde birebir hissedeceğiniz bir  durum bu.

Belki de beklediğim sıçrama buydu diye geçirmeden edemedim içimden. Bir süre önce ‘David Lynch’in yeni ‘Twin Peaks’ projesi dahilinde aktör kadrosuna ‘Finn Andrews’i de dahil etmesi taşları yerine oturtuyordu adeta.

Albüm ‘Axolotl’ ile açılıyor ki daha en baştan yarattığı etki gayet yerinde. İleriye bırakmadan rengini açılıştan belli ediyor. Ardından ‘A Bit on the Side’ ve ‘Low Lays the Devil’ ile karşılaşıyoruz. Biliyorum ki bu iki şarkıyı da çok duyacağız, listelerde her daim yeri olacak ve anında benimsenilecek türden pırıl pırıl parçalar.  ‘King of Chrome’un ayrı bir yeri var birkaç kere daha dinleyelim bence diye bir kenara notumu alıyorum.

‘Iodine & Iron’ için belli ki ilerde de çok şeyler konuşuruz. Büyük ihtimalle bu duygusal aktarımı üzerine olacaktır. ‘House of Spirits’ ve ‘Do Your Bones Glow at Night’ olmasını beklediğim ‘The Veils’ şarkıları olarak yerlerini almış durumdalar. Kapanışa doğru adımladığımızda kayıp otobanın çöl sahnelerinde gece henüz inmişken ‘In the Nightfall’ uğurlamaya başlıyor bizi ve ‘Total Depravity’nin son melodileri ve cümlelerini ileten parça oluyor.

David Bowie’ye uzanan ve ona temas eden bir kapanış bu. Kim bilir belki de bir saygı duruşu oluyor bütün bir albüm biterken.

Zaman içinde fark etmez veya gereğini duymayız fakat etkisinde yoğrulduğumuz anların bütünüyüz. Bir yerde aklımıza geliverir bir şarkının alakasız cümleleri. Bazı filmlerin sahneleri beynimizin arka yüzündeki bekleme salonunda ihtiyaç anında ortaya çıkmak için soluklanmaktadır.

The Veils, bu tadı da yakalamış ve iletmeyi başarmış. Total Depravity ile kendi atmosferini oluşturup, söylenecek sözleri yerine yerleştirmiş.

Sanırım geriye sadece dinlemesi kalıyor.

tr_TRTurkish