Soft Machine ile Progresif Rock Evreninin Derinlerine Yolculuk

Boğaç Gökmen

Zamanda seyahati mümkün kılan, geçmişe anlık ışınlanmalarla anılar koridorlarında gelgitler yaşatmak müziğin en sihirli etkilerinden. Kimi zaman yaşınızı bile tahmin edemediğiniz bir dönemin puslu görüntülerini ortaya çıkaran bir basit melodidir. Bazen de zihninizde ikamet eden bir şarkı vesilesiyle lise sıralarındaki genç bünyenizle baş başa kalırsınız.

Ara sıra da bir zaman kapsülü bu geçmiş zaman yolculuğuna zemin sağlar. Memleket müzik mekânları arasında büyük öneme sahip bir salon mevzubahis konumuzun zaman kapsülü görevini üstleniyor bu defa.

Bahsettiğim kapsül Cemal Reşit Rey Konser Salonu. 30 yılı aşkın zamandır hem ülkenin hem de gezegenin dört bir yanından sayısız müzisyeni dinleyicilerle buluşturan memleketin güzide konser mekânı, ılıman bir aralık akşamı bu kez de rock evreninin geçmişine doğru derinlemesine bir gözlem için kapılarını açıyor.

1966 yılında temelleri atılan Soft Macine ilk defa İstanbul’a geliyor ve üstelik grubun 55. yıl kutlamalarına denk geliyor bu buluşma. Kariyerleri boyunca çok defa eleman değişikliği yaşayan ekip, bilhassa konu progresif rock olunca ilham kaynağı grupların en başında geliyor.

İsmini William Burroughs’un 1961 tarihli kült kitabı “The Soft Machine”den alan İngiltere, Canterbury çıkışlı grubun faaliyet dönemi düşünüldüğünde, konser öncesi salon etrafındaki izleyici kitlesinin geniş bir yaş yelpazesinde olduğunu söylemek şaşırtıcı olmasa gerek. 70’li yıllarda bu melodilerle ilk kez tanışanlarla, progresif rock dehlizlerine henüz adım atmış lise çağlarındaki müzik tutkunları çekim merkezinde buluşuyor. En çok konuşulan konular ise önümüzdeki yakın süreçte birkaç baba grubun vereceği konserler oluyor tabiatıyla.

Koordinatlar ve zaman bilgileri girildiğinde ise ışıkların kapanmasıyla birlikte 1960’lı yılların ortasında Londra’da alıyoruz soluğu. Progresif ve saykodelik tınıların ortaya çıktığı evrenin derinliklere doğru bir bakış atıyoruz.

Tam da bu melodilerin kâşifi konumundaki Soft Machine huzurlarınızda.

Bir aykırı gitar riffi, onun peşine takılan aksak caz ritimleri, bu ikilinin ihtiyaç duyduğu ilaç niyetine konforlu bir bas gitar yürüyüşü ve ateşlemeyle birlikte devreye giren saksafonun yırtıcılığında açılan sonsuz manzara.

Gitarist John Etheridge kaptan köşkünde; tuşlular, saksafon ve flütte Theo Travis, bas gitarda Fred Baker ve davulda Nic France’den kurulu kadro görkemli bulut adaları arasından ustalıkla uçuruyor gemiyi.

196o’ların sonundan, Pink Floyd’un da sahnesinden geçtiği bir Londra kulübünden bahis açarak hikâyeye başlıyor Etheridge ve 2018’deki şahane geri dönüş albümleriyle giriş yapıyorlar. “Hidden Details” içeri buyur ediyor ve birbirinden bağımsız kulaç atan ancak birçok aynı noktada buluşan melodiler akışı eşliğinde hipnoz etkisi yaşatan bir süreç başlıyor. Bas gitar yürüyüşünün kollarında ilerleyen “The Man Who Waved at Trains” ile iyice ısınıyor parmaklar. Ekip birbiriyle fazla iletişim kurmasa da aralarında telepatik bir enerji geçişi olduğu aşikâr. Konuya hakimlik ve ustalık esasında ilerleyen dakikalar geçtikçe hayranlık seviyesi de yükseliyor. Oturma düzeninden olsa gerek seyircinin coşku aktarımı biraz frenlense de oluşan atmosfer zaman zaman tüyler ürpertici anlar yaşatıyor.

Bir müzik türüne ruhunu üfleyenler, enstrümanlarında yeni, basılmadık koma aralıkları keşfedenler rotayı da keyifli bir bilinmeze çevirmek konusunda hünerlerini tüm açıklığıyla sergiliyor. “The Tale of Taliesin”deki gitar solo sonrası alkış kıyamet kopuyor.

Bir ara salonu merak ederek, büyük bir mekân olsa gerek diyor John Etheridge ve seyirci ışığı koltuklarında yerini almış zaman yolcularını aydınlatıyor.

70’li yıllardan “Kings and Queens” ve “Hazard Profile Part One” döneme doğru sıkı bir manevrayla geçmiş yolculuğunun keyfini yaşatıyor. 1968 tarihli ilk albümden çaldıkları “Joy of a Toy” ise listenin en sevimli parçası oluyor.

Bu arada grubun 55. yılına vurgu yapıp ekibi tanıtıyor Etheridge, kendine de “stickman” diyerek zayıflığına gönderme yapmayı ihmal etmiyor. Bir ara sahneden geçen kediyi fark etmediler mi derken Etheridge kediye de değinmeden edemiyor. Nihayetinde, bir bakıma da kediler kenti değil midir İstanbul. Gitar soloları sırasında zayıf dizlerini birbirine vurması ise belki de gecenin en karakteristik detaylarından oluyor. Bas gitarist Fred Baker’ın distörşın katkılı solo geçişi, Theo Travis şapkasının altından attığı bakışlarıyla nefeslilerdeki hüneri ve Nic France’in davul solosuyla yükselttiği tansiyon geçmişte gezinip gelen tam zamanlı bir seyirci deneyimi yaşatıyor âdeta.

Ara sonrası ise yolcuları 1973 tarihli meşhur “Third” albümünün açılışına götüren “Facelift” ile selam çakıyorlar ki tüm bu yaşananlar seyirciden de ziyadesiyle hürmet ve saygı yoğun bir karşılık buluyor.

Haydi diyor John Etheridge fuayeye geçip tanışalım, biraz da sohbet edelim. Grubu bırakmak istemeyen, iki satır lafın beli kırmak isteyenler anılara da birkaç fotoğraf katma şansına sahip oluyor. Progresif rock orta yaş sınıfının yanı sıra hayli genç müzik tutkunlarının da grupla sohbet etme telaşları görülmeye değer kareler çıkartıyor ortaya. Gecenin mimarları ve izlemeyi hayal ettiğimiz grupları memleket sahnesine getirmek konusunda elini taşın altına sokan Kod Müzik ekibine de saygılar sunuluyor.

Nihayetinde, bu zamanda yolculuğu esasına dayalı müzik ziyafetinden kendine düşenleri alanlar olarak bizlere de birkaç soğukla boğazları serinletip üzerine laflamak düşüyor elbette.

Yeni konserlere, yeni umutlar yeşerterek.

Fotoğraflar: Hacer Erişkin

tr_TRTurkish