Boğaç Gökmen
Müziğin belirli kalıplar içinde sunulduğu bir dünyada, bu kalıpları parçalayarak yeni anlamlar inşa eden sanatçılara her zaman ihtiyaç var. İşte Emre Özdemir de o yaratıcı zihinlerden biri. Cazın doğaçlama özgürlüğü, rock’ın patlayıcı enerjisi, elektronik müziğin sonsuz evreni ve füzyonun tüm deneysel cesareti… Tüm bunları tek bir potada eriten Orchestra Twelve, sadece bir müzik projesi değil; sesin ve duygunun yeniden kurgulandığı çok katmanlı bir deneyim.
Emre Özdemir ile yaptığımız bu söyleşide, Orchestra Twelve’in yaratım sürecini, sesin arkasındaki düşünsel derinliği ve bu yolculuğun gelecekte bizi nereye taşıyacağını konuştuk.
Huzurlarınızda Orchestra Twelve,
1. Orchestra Twelve nasıl ortaya çıktı? Seni bu projeyi başlatmaya iten yaratıcı kıvılcım neydi?
Orchestra Twelve uzun süredir yapmak istediğim bir projeydi, ancak tam anlamıyla kendimi ifade etmeye hazır olmadığım için erteliyordum, Orchestra Twelve, cazın özgürlük ve doğaçlama ruhunu agresif yapılarla harmanlayarak ortaya çıktı. Klasik caz kalıplarının ötesine geçip, sert ritmik kırılmalar ve beklenmedik armonik sürprizlerle dolu, dinamik ve enerjik bir müzik dünyası yaratmayı hedefledim.
Projeye başlama sebebim başka disiplinleri bir araya getirme fikri ve heyecanı diyebilirim. İnanılmaz bir challenge ve aynı zamanda eğlenceli olduğunu düşünüyorum. Jazz’ın spontane esnekliğini, agresif rock ve deneysel unsurlarla birleştirerek kendime özgü güçlü ve özgür bir müzikal dil yaratma arzusuyla bu projeye başlamış oldum.
2. Projenin ismi olan “Orchestra Twelve” ne anlama geliyor? Bu isimle ne tür bir hikâye veya anlamı dinleyiciye aktarmak istiyorsun?
“Twelve” yani “on iki” sayısı, müzikteki 12 tonlu dizi (twelve-tone) ve farklı enstrümanların, seslerin bir araya gelerek oluşturduğu karmaşıklığı simgeler. Bu isimle dinleyiciye, tek bir müzisyenin çok sesli, geniş ve kolektif bir orkestra gibi çeşitlilik ve derinlik yaratabileceği fikrini aktarmak istiyorum açıkcası.
Öte yandan 12 uğurlu sayım 🙂 Bu projeyi kalabalık bir ekip olarak hayal ettim ve müzikal olarak da zaman zaman orkestral öğelere yer vermeye çalışıyorum.
Belki de grup 12 kişiye tamamlanabilir, bunu zaman gösterecek sanırım.
3. Müzikal olarak caz, rock, füzyon ve elektronik türlerini oldukça özgün bir şekilde harmanlıyorsun. Bu türler senin müzikal evreninde nasıl bir araya geliyor? Bu sentezi yaparken nasıl bir yöntem izliyorsun?
Müzikleri yazarken bunu bir tiyatro veya müzikal gibi düşünüyorum, herkesin söyleyecek bir sözü varmış veya bazıları susmayı tercih etmiş gibi. Bunu planlarken de herkese o sahnede bir rol veriyorum, kimi zaman agresif kimi zaman bağlantı kurmaya çalışan bir karakter gibi düşünebiliriz.
Farklı türleri bir araya getirmek zorlu bir süreç ancak bunu dinleyiciye sanki bir hikâye gibi iletebilirsem, her müzik türünden dinleyiciye ulaşacağımı düşünüyorum.

4. Parçalarında groove temelli doğaçlamaların önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. Doğaçlama senin üretim sürecinde nasıl bir rol oynuyor? Bunu kayıt sürecinde nasıl yönetiyorsun?
Evet, doğaçlama büyük bir rol oynuyor, ancak bu doğaçlamanın arkasında da bir plan olduğunu söylemem gerekiyor. Daha doğrusu bu doğaçlamanın nasıl bir şey olmasını istediğimi kendime sorup, onun ardında doğaçlama yaptığım zamanlar oluyor diyebilirim.
Kayıt sürecinde de bu pozitif bir geri dönüş sağlıyor, bazen güzel bir riff, bazense güzel bir loop yakalayabilirim ve bu loop’u yine az önce bahsettiğim ‘’inatçı karakter’’ veya ‘’baskın olmaya çalışıp, sinir bozan’’ bir karakter olarak kullanabiliyorum, bu da senaryomu ilerletmeme yardımcı oluyor.
5. Canlı performanslarda uluslararası müzisyenlerle spontane etkileşimler kuruyorsun. Bu doğaçlama anları kayıt altına alınıyor mu ya da yeni parçaların yaratımında nasıl etkileri oluyor?
Canlı performanslarda uluslararası konuk müzisyenlerle çalışmak, performans sırasında bize çok farklı deneyim katacağını ve oradan neler çıkacağını görmek beni heyecanlandırıyor, kayıt altına aldığımız bir kayıt yok henüz, ancak bolca fikir aldığım ve düşüncelerini önemsediğim müzisyenler mevcut, bu fikirlerin kompozisyonumu etkilediğimi söyleyemem, çünkü göstermek ve denediğim bir duruş var Orchestra Twelve olarak, bu fikirler genelde teknik açıdan oluyor o yüzden.
6. Bu zamana dek yayımladığın şarkılar “Complete Delirium”, “Hello World”, “Consistent” ve “Letterman Jacket” türler arasında geçiş yapan, zarif aynı zamanda sert ve agresif atlamalar, dinamik ve çok katmanlı yapılar içeriyor. Bu parçaları yaratırken nasıl bir anlatı kurguluyorsun?
Her parçayı, klasik anlamda bir hikâye anlatmaktan çok, duyguların ve fikirlerin müzikal olarak evrildiği bir yapı olarak kurguluyorum. “Complete Delirium”dan “Letterman Jacket”a kadar yayımladığım tüm şarkılar; gerilim, boşluk, patlama ve yeniden yapılanma döngüleriyle örülmüş ses örgüleri aslında.
Bir yapının içinde zarif, lineer bir başlangıç olabilir; ama oradan bilinçli olarak beklenmeyen agresif geçişlere yöneliyorum.
Türler arasında geçiş yaparken kullandığım stop’lar, ani patlamalar veya armonik uyumsuzluklar bilinçli tercihler, dinleyiciyi bir konfor alanından çıkarıp yeni bir düşünsel ya da duygusal noktaya taşımak için.
Bu parçalar, geleneksel anlatı formuna sadık kalmayan ama kendi içinde organik bir gelişim gösteren müzikal kısa filmler gibi benim için. Her biri, kendi iç dünyasını kuruyor; bazen kaotik, bazen kontrollü.
7. Parçalarındaki ani kırılmalar, aykırılıklar ve ritmik boşluklar bir tür anlatı stratejisi olabilir mi? Dinleyiciyle kurmak istediğin ilişki duygusal veya zihinsel olarak nasıl bir müzikal keşif yolculuğu içeriyor?
Kesinlikle bir anlatı stratejisi. Orchestra Twelve parçalarındaki ani kırılmalar, aykırı geçişler ve ritmik boşluklar; klasik yapısal formlara karşı bilinçli bir tavır aynı zamanda.
Bu ani duraksamalar ya da ritmik kaymalar, dinleyicinin zihninde bir “alan” açmak için var. Alışıldık yapıyı bozduğunuzda, dikkat yoğunlaşır, ve o anda, gerçek bir bağ kurulabilir diye düşünüyorum.
Orchestra Twelve’in müzikal anlatısı, beklentilerin kırıldığı, zamanın esnediği ve müziğin hem kaotik hem de bilinçli bir şekilde akabildiği bir alan yaratmaya çalışıyor diyebilirim.

8. Özellikle “Letterman Jacket” parçasında duyduğumuz uyumsuz notalar, birbirinden farklı harmonik yapılar ve duraksamalar; bilinçli bir gerilim yaratıyor. Buradan yola çıkarak genel anlamda diğer üretimlerinde de bu tür öğeleri kullanmaktaki çıkış noktan nedir?
Benim için uyumsuzluk bir problem değil, bir anlatım aracı. Özellikle “Letterman Jacket” gibi parçalarda bu gerilimi bilinçli olarak kuruyorum. Düzene karşı bir tepki değil bu; tam tersine, düzenin içindeki çatlakları göstermek. Ani duraksamalar, uyumsuz armoniler, hepsi dinleyiciyi uyanık tutmak ve müziği sadece duymak değil, düşünmek için de bir alan açmak için var.
9. Parçalarında güçlü bir elektronik altyapı ve özel bir ses örgüsü hissediliyor. Kullandığın donanımlar, yazılımlar ya da ses tasarım araçları neler? Analog/dijital dengeyi nasıl kuruyorsun?
Olabildiğince analog tarafta olmaya gayret gösteriyorum, imkanlar doğrultusunda diyelim. Dijital tarafta sınırsız imkân var ama analogun verdiği rastlantısallık ve kusur hissi bana daha insani geliyor. Bunu gitar kayıtlarımda da yaptığım oluyor, bazı çalım hatalarını silmiyorum, doğallık ve sanki canlı bir performans gibi hissettirmesi hoşuma gidiyor. O yüzden üretim sürecimde bu iki dünyayı dengelemeye, birbirini tamamlatmaya çalışıyorum. Kontrollü bir kaos yaratmak gibi diyebilirim. Bunun yanında Ableton Live’ı merkez olarak kullanıp, özellikle bass synth kısmında daha yoğun ve dokulu katmanlar yaratmaya çalışıyorum.
Ancak dijital kısımda kendimi bilerek ve isteyerek kısıtlıyorum ki kurduğum yapının sınırlarını kendi içinde zorlamak için, bu konuda eleştirildiğimi de itiraf etmeliyim ama ben bu konuda sınırlar koyarsak, kendimizi zorlarsak bizi bambaşka bir yere getirebileceğini düşünüyorum.
10. Saksafon, gitar riff’leri ve elektronik dokular birlikte çalışıyor. Bu karma yapının senin zihnindeki işleyişi nasıl? Önce ritmi mi kurarsın, armoniyi mi, yoksa ses atmosferini mi?
Genelde işe ritmik öğelerle başlıyorum, asimetrik groove’lar benim için çok belirleyici. Parçanın nabzını bu şekilde kuruyorum. Sonra bu ritmik altyapının etrafına harmonik yapıları ve ses atmosferini örüyorum. Ritmik öğeler benim için olmazsa olmaz, her zaman ritmik bir öğle yazarak başlamaya çalışırım.
Basit bir özetle, ritmik yapı en başta geliyor; parçanın nabzını, karakterini ve tansiyonunu o belirliyor. Ardından gitar veya saksafon gibi güçlü motiflerle bu ritmi destekleyen ya da ona karşı gelen öğeleri ekliyorum. Elektronik dokular ise arka planda değil; bazen yönü değiştiren, bazen boşluk yaratan, bazen de her şeyi bulanıklaştıran bir işlev görüyor.
Her şeyin aynı anda uyum içinde olması gerekmiyor; tam tersine, sürtüşme, çakışma ve kırılmalar benim için bilinçli tercih. Bu sayede dinleyici pasif bir izleyici değil, parçayla birlikte tetikte kalan aktif bir keşif sürecine giriyor.

11. Müzikal anlamda seni etkileyen ya da ilham veren sanatçılar kimler? Hem klasik anlamda hem de güncel sahneden isimler var mı?
Enter Shikari, The Comet is Coming, Monika Roscher Big Band, Go Go Penguen, Ghost Note güncel isimlerden çok beğendiğim isimler diyebilirim.
Klasik anlamda Arnold Schoenberg, Igor Stravinsky, Gustav Holst, Dmitriyevich Shostakovich hayranlık duyduğum bestecilerin başında geliyor.
12. Orchestra Twelve ile kurduğun müzikal dünya sana göre nasıl bir yer? Bir şehir, bir doğa parçası ya da bir bilinç hâli olarak tanımlayacak olsan nasıl anlatırsın?
Orchestra Twelve’in dünyası benim için sisli ve çok katmanlı bir zihin haritası gibi. Net çizgiler yok; uyumsuzluklar, ani dönüşler ve katmanlar iç içe geçiyor. Burası bazen bir metropolün gürültülü arka sokağı, bazen de izole bir iç dünya. Kaotik ama bilinçli. Kontrollü bir dağınıklık içinde sürekli dönüşen, tanıdık ama asla sabit olmayan bir hâl.
13. JA,KLAR gibi bir başka projede de yer alıyorsun. Bu iki proje birbirini nasıl besliyor ya da farklılaştırıyor?
Orchestra Twelve ve JA,KLAR birbirini tamamlayan ama farklı yönlere açılan iki yanım gibi. Orchestra Twelve’de sınırları zorlayarak ritim, armoni ve doku arasında özgürce geziniyorum; daha deneysel, katmanlı ve dinamik ve zaman zaman dinlemesi bir deneyim alanı gibi.
Orchestra Twelve, hayalimin projesi diyebilirim, çünkü orada sınır görmüyorum, benzersiz bir şey yaratmaya çalışıyorum ve bunu duyurmaya çalışıyorum, dinleyenlerin de buna kulak vermesi en büyük mutluluğum olur açıkcası.
JA,KLAR ise vokal odaklı, daha doğrudan ve kısıtlı kurallarla ilerleyen bir dünya. Burada, sözlerin ve melodinin ön planda olması nedeniyle yaratıcı alan biraz daha daralıyor; bu da farklı bir disiplin getiriyor.
İki proje arasında gidip gelirken hem özgürlüğümü hem de yapısal sınırlarımı keşfediyorum diyebilirim.

14. Önümüzdeki dönemde bir albüm, EP veya video performans gibi projeler planlıyor musun? Dinleyiciler Orchestra Twelve’in geleceğine dair neler beklesinler?
4 parça tekli yayınladım, şu an yeni parçaların kayıtlarına devam ediyorum, açıkcası bunu bir albüme dönüştüme fikrim var, zaman ve dinleyicilerin tepkisi belirleyici olacak.
Öte yandan müzisyen arkadaşlarımla stüdyo çalışmalarımız da devam ediyor, 7 kişilik bir ekibimiz var şu an, daha önce de belirttiğim gibi daha çok müzisyen de ekibe dahil olabilir. Stüdyo çalışmalarımız bittikten sonra dinleyicilerle daha çok buluşmak istiyoruz.
Yaz sonrası yurtdışı konserleri bizleri bekliyor, yurtiçinde de olabildiğince fazla sahne almak istiyoruz açıkcası.
Bu süreçte albüm için, sahne almak için ve bizlerin daha fazla duyulması için desteğe ihtiyacımız olduğunu ve bu bizi ağır bir yükten kurtaracak, yapmak istediğimiz müziğe daha da fazla odaklanmamızı sağlayacaktır.
Orchestra Twelve, dinleyicisini sadece bir müzik parçasına değil, sürekli değişen bir ses manzarasına davet ediyor. Orchestra Twelve müziği hissetmenin bir yolu ve bu yolculuk daha yeni başlıyor.