Öykü: Buz Adam

Buz Adam soğuk havayı çok severdi. Pencereyi açıp yağan karı gördüğünde mutlu olurdu. Evde çalışabilmenin keyfine varmaya niyetlenerek olabildiğince yavaş hareket ederdi.

Bilgisayarının başına geçip sıcak ve sert kahvesinden küçük yudumlar alır, haber sitelerinden, sosyal medyadan gündemi takip eder, çoğunlukla kaşlarını çatardı. Her şeyi dert ettiğinden genelde çatık kaşlı, gülmez bir adamdı. Öyle ki yüzünün diğer yerlerinde tek kırışık olmamasına rağmen iki kaşının ortasında derin bir yarık vardı.

Vicdanı devreye girdi mi yapmayacağı şey yoktu buz adamın. Kar yağarken sevinci kısa sürerdi bu sebepten. Çocukluğu yerini orta yaşlı, sorumluluklar altında ezilen, dertli bir adama bırakırdı. Sokakta yaşamak zorunda evsizlere takardı kafayı. Kahvenin yanına bir sigara yakar dertlenir, çaresiz hissederdi. Sonra karda, kıyamette dışarıda çalışanları, ardından işine gitmek için yollarda perişan olanları geçirirdi aklından. Bu sıralamayı makul bulurdu.

Hemen hepsi ile ilgili paylaşımlar yapar, duyarlılığını ortaya koyar, paylaşarak yaratılan farkındalığa katkıda bulunurdu. İçi azıcık da olsa ferahlamışken ikinci kahvesini hazırlamak üzere mutfağa yönelirdi. Ani bir kararla yatak odasına yönelir, giymediği kışlıklarını ortaya dökmeye başlardı. Eldivenler, kaşkollar, kazaklar, hırkalar, bereler ve çoraplar arasından giymediklerini seçer bulduğu torbalara koyardı. Sonra tekrar bilgisayar başına geçer, bu kez daha az sert kıvamlı kahvesini yudumlar, kıyafetleri ihtiyaç sahiplerine nasıl vereceğini araştırırdı.

Buz adam hayvanları da çok severdi. Pencere önüne kırıntılar serper kuşları unutmazdı. Artan tavuk kemiklerini, et parçalarını kedilere, köpeklere vermeyi ihmal etmezdi. Bu kadarla da kalmaz hayvanlara bir kap su koyun, karton kutulardan ev yapın gibi kampanyaları paylaşmakta imtina etmezdi.

O yıl Aralık ayı beklenenden soğuk geçiyordu. Kar yağmak için yılın en uzun gecesini seçmişti. Sabah işe, okula gitmek için uyananlardan okula gidecek olanlar aldıkları tatil haberiyle yataklarına geri döndüler. İşe gidecek olan yüzlerini ekşitip, sıkı sıkı sarındıkları atkıları ile mecburen yola koyuldular. Buz adam ise iç karartıcı gökyüzü ile tezat oluşturan zemine bir sanat eserine bakar gibi bakıyordu. O işe gitmek zorunda değildi. Camı aralayıp soğuğu içine çekti. Birkaç saate çocuklar uyanıp kartonlar üzerinde kayarak evinin önünü piste çevireceklerdi. Bunu düşünüp gülümsedi. Çocukları severdi.

Nitekim kahvaltılarını bitiren çocuklar eski plastik sepetler, kartonlar ve poşetler eşliğinde bayırın başına doluştular. Neşeli çığlıklar atıp, anneleri, babaları ısrarlı cümlelerle onları çağırana kadar eğlenmeye devam ettiler.

Buz adam her kar yağdığında ne yapıyorsa gün boyunca onu yaptı. Farklı olarak bir arkadaşı da ona eşlik etti. Birlikte kar tanelerine bakarak sohbet ettiler. Buz adamın kar yağdığından dert ettiği ne varsa arkadaşı da o dertlere ortak oldu.

Zifiri karanlık erkenden çöktüğünde sokaklar iyice boşaldı. Soğuk da gündüze göre daha dayanılmaz olmuştu. Buz adam dışarıdakileri düşüne düşüne evin ısısını bir miktar artırdı.

Sonra acıktılar. Çalışma masasının üzerinde yığılı lokanta menülerinde bir şey bulamadılar. Buzdolabının üstündeki magnetlerden de sonuç alamadılar. Bir sitede damak tatlarına ve canlarının istediğine göre yemekler bulunca siparişi verdiler. Teslimat süresi kırk beş dakika idi. Kırk dakika geçince perdeyi iyice aralayıp sokağın en uzak köşesine bakmaya başladılar. Mideleri kazınıyor, yemeğin bir an önce gelmesini temenni ediyorlardı. Motosiklet o uzak köşeden dönecek ve açlık sorunu bitecekti.

Lakin kırk beş dakika dolmasına rağmen ıssız sokağa yaklaşan bir motosiklet gürültüsü bile yoktu. Buz adam bir müddet daha bekleyip lokantayı aradı. Telefona çıkan adam siparişlerinin yolda olduğunu söyledi. Konuşmanın üzerinden beş dakika geçmesine rağmen hala gelmeyen sipariş Buz Adam’ın canını sıkmaya başlamıştı. Lokantayı tekrar aradı ve bu kez sesini yükseltti. Telefonu kapadıktan sonra arkadaşına dönüp “bu ülkede sesini yükseltmezsen hiçbir işi halledemezsin” dedi. Arkadaşı da onu haklı bulmuştu.

Bu telefon trafiği kısa aralıklarla sürdü. Nihayetinde uzaktan bir motosiklet sesi duyulmaya başlamıştı. Ses giderek yaklaştı ve birkaç saniye sonra sokağın başında bir karaltı belirdi. Altındaki aracı kontrol etmekte zorlanan, sağa sola yalpalayarak gelen “motosikletli elaman” son bir gayretle yönünü Buz Adam’ın dairesinin bulunduğu binaya doğru yöneltti. Çocukların bütün gün kayarak buz pistine çevirdiği sokakta önce bir kayma, ardından da bir çarpma sesi duyuldu. Motosiklet devrilmiş, çocuğu altından kayarak köşedeki binaya kadar sürüklenip, çarpmıştı.

Buz Adam ve arkadaşı telaşlandılar. Delikanlı ise düştüğü yerden kalkmış, devrilen motosikletin arkasındaki kutudan yemek paketlerini almıştı. Zili çaldı, siparişi teslim etti, ödemeyi ve bahşişi aldı. Buz Adam düşmesine çok üzülmüş, yüklü bir bahşiş verirken kendini iyi hissedip hissetmediğini sormuştu. Delikanlı iyi olduğunu söyleyince de rahatlamıştı. Pencereden delikanlının motosikletini yerden kaldırmasını, kendisi zar zor ayakta dururken, motorunu da sürükleyerek sokakta ilerleyişini izledi. İzlerken için burkuldu, lanet etti. Delikanlı ve motosikleti gözden kaybolunca arkadaşının hazırladığı masaya yöneldi…

Ertesi sabah yine erkenden uyandı. Kapıyı açıp kapıcının her sabah olduğunu gibi bıraktığı günlük gazetesini ve tazecik ekmeği aldı. Ekmek torbasının içinde küçük bir poşet olduğunu fark etti. Poşetin içinde bir kitap ve kitabın üzerine yapıştırılmış bir not vardı. Lütfen okuyun, işaretli sayfalara geldiğinizde dün akşamı düşünmeyi unutmayın…

Kitabın adı “ Flores Geceleri” idi.

Notun ilk satırında s.43 satır 8 – 13 yazıyordu.

tr_TRTurkish