Michael Kiwanuka, Öyküsüyle Yoğun Müziğiyle Güçlü

Hepimizin gönlünde ayrı yerleri olan müzik akımları vardır. Kimi için bu rock, punk veya metal müziğin çeşitli uç noktalarına kadar varırken, jazz’dan klasik müzik çeşitlemelerine kadar geniş bir yelpaze insanlığın ruhuna ulaşan ve bireysel terapisinde kullandığı demirbaşların başında yerini almıştır. Bazılarımız kıyılarda gezinmekten hoşlanarak reggea, folk ve duygu yoğunluklu tarzlara meyil ederken, bir yanımız eğlenceli ve hatta hırçın ritimlerin zaman içerisinde kendisine daha iyi geldiğini keşfeder.

En eskisinden yenilerine kadar müzik tarzlarının geçmişi hakkında merak ettiğimiz ayrıntılara dalarız bir süre sonra. Hangi akım hangisinden etkileniyor? Kimi müzisyenin kimlere hayranlık besleyip de basamakları ne şekillerde adımladığını öğreniriz. Sonuçta sanatın tüm branşlarında olduğu gibi işin doğasında etkilenip, esinlenip hatta taklit ve yorumlamalarla başlayıp sonrasında da yetenek ve çalışma iş birliğinin ivmesiyle arzu edilen seviyelere gelebilmek hedeflenir.

Konunun bundan sonraki bölümünde bahsini açmak istediğim isim yetmişli yılların havasını buram buram hissettiren Soul müziğin etkileriyle müziğinin kıvamını ve yol çizgilerini belirleyen ‘Michael Kiwanuka’.

Uganda’lı bir ailenin, İngiltere’nin Kuzey Londra’sında dünyaya gelmiş oğludur. Anne ve babası dönemin terör estiren rejiminden çareyi İngiltere’ye sığınmakta bulan birçok aileden biridir. İçinde bulunduğumuz dönemin en önemli konusu olan göçmenlik dramını iliklerinde hissedip yaşayan yüz binlerin buruk gerçekliğine nasıl bir taraftan bakmamız gerektiğini defalarca sorguladığım gibi bu ve bunun gibi öyküler söz konusu olduğunda şu an olduğu gibi tekrar düşünüyorum.

Başarılı öğrencilik hayatı onun müzik ve sanat eğitimine kadar ilerlemesini sağlar. Tabiatıyla Soul’un babaları Otis Reading, Bill Withers, The Temptations ve Van Morrison gibi etkilendiği efsane isimlerin ışığında müziğini şekillendirir. Başarılı şarkıcılık ve besteciliğinin yanında iyi de bir gitaristtir. Jimi Hendrix en büyük harflerdir parmak uçlarına kazıdığı.

2011’de önce ‘Tell Me A Tale’ sonrasında da ‘I’m Getting Ready’ olmak üzere iki kısa metrajlı albüm yayımlar. Bu çalışmalar birçok başarılı parçanın bulunduğu iki iyi çalışma olarak kariyerinin başlangıcındaki yerlerini alır.

Asıl sıçramasına geldiğimizde hikayenin içerisine BBC’nin düzenlediği ses yetenek yarışması ‘Sound Of’ giriyor. Yarışmanın geçmişine bakıp müzik dünyasına kazandırdığı isimlere göz gezdirdiğimizde aslında nasıl başarılı bir organizasyon olduğunu da görebiliyoruz.

2012’de düzenlenen ‘Sound Of’da birinciliği kazanır ve ardından ilk albümünü çıkarır ki doğru zamanda doğru yerdedir artık. ‘Home Again’ albümünün çıkmasıyla birlikte Avrupa listelerini şöyle bir silkelemesi belki de o güne kadar verdiği çabaların şahane mevyeleri olarak tadından yenmez başarıları da beraberinde getirir.

Albümden ‘Home Again’, ‘I’ll Get Along’, ‘Bones’ ve ‘’I’m Getting Ready’ parçaları müzik dünyasının uzun süre kulak verdikleri arasında kendine yer bulur.

Aradan geçen dört yıllık süre sonrasında yeni albümü ‘Love & Hate’ ile tekrar yeni bir soluk alma sahası oluşturuyor Kiwanuka.

Albümü dinlemeye başladığımızda müthiş örgüsüyle melodik açıdan sürekli yeşeren, gerçekten usta işi ve defalarca dinlemeye doyamayacağınız belki de hangi yanınıza koymaya karar veremeyeceğiniz bir parça ‘Cold Little Heart’ karşılıyor bizleri. Aslında bu şarkıyla ilgili çok daha fazla yazmak gerekir de aklımızda bir yerlerde kalsın, hakkında yazmak ise hepimizin akıl cümlelerinde oluşsun. Sonrası da sapasağlam ‘Love &Hate’ ve ‘Black Man In A White World’ başarılı ve dilinize dolanacak parçalardan, ardından ‘One More Night’ türün tüm motiflerine sahip bir diğer parça. İşin duygusal tarafına yanaştığımızda ‘Falling’, ‘I’ll Never Love’, ‘Rule The World’ ve ‘Place I Belong’ uzun uzadıya düşünmemizi sağlayacak dolu dolu çalışmalar. ‘Father’s Child’a geldiğimizde albümün bütünlük ve yoğunluğunu zaman zaman tüyleri diken diken edecek melodileri ve gitar tonuyla olduğu gibi hissettiren bir koca şarkı olduğunu görüyoruz. Kapanışta ‘The Final Frame’, hakim blues yapısıyla çok da hoş ve ağır bir misafir gibi uğurluyor bizi. Ta ki bir sonraki dinleyişe kadar.

Albüm bittiğinde ise bir yaşam kesitine de tanıklık etmiş oluyoruz. Zorluklara, adaletsizliklere, çabalara ve aslında insanın günümüz dünyasında yaşadıklarıyla bir kez daha kendimize bakıyoruz.

‘Michael Kiwanuka’ bir albüm süresine sığdırdığı hisler bütünüyle soul müzik nefesini geçmişten günümüze üflerken birçok konuda tekrar düşünmemizi de sağlıyor.

O zaman dinleyelim ve düşünmeye devam edelim.

Çünkü müzik hepimizi kapsayacaktır.

 

tr_TRTurkish