Kapitalizmin Büyük Açık’ı

“Sektör dışından dört kişi büyük bankaların, medyanın ve hükumetin görmekten kaçındığı şeyi, ekonominin küresel çöküşünü gördüğünde akıllarına bir fikir gelmişti: Büyük Açık. Cesur yatırımları, onları her şeyi ve herkesi sorgulamalarının gerektiği modern bankacılığın karanlık, hassas noktasına götürmüştü. Michael Lewis’in çok satan kitabına ve gerçek bir hikayeye dayanan, Adam Mckay’in yönettiği Büyük Açık filminde Christian Bale, Steve Carell, Ryan Gosling ve Brad Pitt rol alıyor.” (Filmin tanıtım yazısından)

Kapitalizm bir kriz ekonomisidir ve krizler kapitalizme içkindir, hiçbir zaman çözülemez. Yaşanan krizler ana akım iktisatçılarca görünürdeki ilk soruna bağlanarak açıklanmaya çalışılır ve krizler kapitalizmin kendisi yerine tesadüfi ya da politikacıların yanlış uygulamalarından kaynaklanan insan hatalarına bağlarlar. Büyük Açık’ta bu krizlerin son halkasının daha önceden 4 kişi tarafından “görülebilir” olmasını görmekteyiz. Ana akım iktisatçılar krizleri kapitalizmle içselleştirmedikleri için de filmin girişinde de atıf yapılan “Başımızı derde sokan kötü gelişmelerin kaynağında bilmediğimiz şeyler değil, başımıza asla gelmeyeceğinden emin olduklarımız vardır” sözünde olduğu gibi konut krizini beklemeyenlerin “başarı” hikayesi anlatılmaktadır. Oysaki kriz öncesi süreçte ana akım iktisatçı olmayanlarca bu krizin gelmekte olduğu sistemsel olarak görülmüştür.

1970’lerde başlayan kriz 1980’lerde neo liberal politikaların ücretleri baskılanmasıyla sermaye, birikimine hızla devam etti. Ve bu birikim artık üretime değil varlık değerlere yönlenmeye başladı. Sermayenin değersizleşmesinin önüne geçmeye çalışan kapitalistler de finansallaşmaya yöneldiler. Kapitalizm tarihinde tüm dünyada finansallaşma sürecindeki en önemli araç ise gayrimenkul olmuştur. The Big Short’da da bankacılığın 1970’lere kadar para kazandırmadığı özellikle Lewis Rainier’inin mortgage dayalı finansal ürünleri finans piyasasına sokarak 30 yıllık mortgage ödemelerini toplayıp birleştirerek kazancı arttırdığını ve riski düşük tuttuğunu vurgulanmaktadır. Devam eden süreçte de bu finansal ürüne para yağar ve artık mortgage bonoları dünya ekonomisinin ana yöneticisi olurlar. Ve 30 yıl sonra Lewis Rainieri’nin mortgage’a dayalı finansal ürünleri mutasyona uğrar ve dünyayı ele geçiren bir canavara dönüşür. o zamana kadar da ana akım ekonomistler böyle bir şeyi tahmin edemezler çünkü başta ekonomistler olmak üzere herkes gayrimenkul daima kazandırır mitine inanıyorlardı.  Konut piyasası daima istikrarlıdır ve risk yoktur ön kabulü kriz çıkıncaya kadar piyasalarda hakim görüş durumunda.

1980’den itibaren ne pahasına olursa olsun devletler finansal kurumları korudu çünkü sistem artık üretim üzerine değil finans üzerine oturuyordu. Finans piyasası ise konut/gayrimenkul ile büyüyüp serpiliyordu.  Konut fiyatları 2001 yılından itibaren inşaat maliyetlerinden ve diğer bütün göstergelerden bağımsız olarak hızla yükselmeye başladı. Siyasi erkin de sistemi koruma refleksine uygun olarak karar alma sürecine katılması konut balonunun iyice büyümesine neden oldu. Bu süreçte konutta spekülatif alış ve satışlar hızlandı. Ve bu balon bütün koşulların uygun olmasıyla iyice şişti. Önceleri sadece kredi verilmeye uygun insanlara mortgage verilirken piyasanın genişleme ihtiyacı ve balonun şişmeye başlamasıyla kredi verilemez olan geliri/işi olmayan insanlara da kredi verilmeye başlandı. Hatta The Big Short’ta da vurgulandığı gibi ülkenin en alt kesiminde olan göçmenlere bile eşik altı mortgageler ile evler satılıyordu. Yüksek riskli bu krediler %65’e ulaşıyor ama kimse bu balonun geri ödenemez krediler ile patlayacağını modele katmadı; kredi geri ödemelerinde borcun yükselişe geçmesinde bile kimse gayrimenkulün altında yatan menkullerin durumunu görmek istemiyordu.

Konut piyasası, konut fiyatlarının rekor fiyatlara çıkması ve bu yükselmenin devam edeceği inancı hakimdi. Konut piyasası öyle bir şekilde sunulmaktaydı ki sanki herkes gayrimenkul aracılığıyla zengin olabilirdi. Konut fiyatları hızla yükselirken, konut sahipleri evlerini ipotek ettirerek borçlanıp bu parayla da daha fazla konut edinmek, çeşitli mal ve hizmet almak, tatile gitmek vs şeyler için kullanmaya başladılar. Ama konut ve mortgage piyasası düşük faiz-kolay para temelinde gerçekten alım gücü olmayan insanlara yönelik yapılan spekülasyon hırsıyla desteklenmiş bir illüzyondu. Ve önemli sayıda insan mortgage kredilerini ödeyememeye başlayınca bu yapı çökmeye başladı. kriz sonucunda ise evsiz insanlar ve kimsenin yaşamadığı yüzlerce ev olarak karşımıza çıkıyor. Yine bir araştırmaya göre de Konut fiyatlarının düşmesinden sonra, 2008 güzünde yapılan bir hesaplamada tam 20 milyon evin gerçek değerlerinin üzerinde fiyatlandırılmış ve kredilendirilmiş olduğu tahmin edilmektedir.

“Sistem içi” 4 kişinin sistemin açığını bulup bununla sistemin işlemeyen yanının eleştirisini yaptığı bir film The Big Short. The Big Short’ta sektör dışından dört kişi bankaların, medyanın ve devletin görmediği ya da görmek istemediği şeyi görürler; emlak balonunu, sistemi düzgün çalışmamasını, mortgage krizinin geleceğini ve küresel ekonominin çöküşünü… Film sistem karşıtı değil tam tersi sistemin kendisinin “düzgün” işlememesini dert ediyor kendisine. Kapitalizmin düzgün işlememesini dert ettiği içinde kapitalizmin babası Adam Smith’i görüyoruz filmde. Kriz ekonomisi olarak nitelendirilebilecek kapitalizmin krizlerini önceden görüp sistemsel krizler olarak nitelendiren soldan bakan iktisatçılar bu krizi de önceden görmüştü ama filmde bu krizin bir parçası olanların krizi önceden görmelerinin “şaşırtıcılığı” anlatılıyor biraz da; o nedenle filmin konusunda yazan kimsenin görmediğini görenler tanımı pek de gerçekçi gelmemekte süreci takip eden ve bilen iktisatçılara. Bu filmde sorun neo-liberal ekonominin kendisi değil neo-liberal ekonominin işleme sürecindeki aktörlerin dürüst oynamaması ve bunun da sistemi denetlemesi gerekenler tarafından tam tersi gizlenip korunmasıdır. Yani yazının başında da dediğimiz gibi krizin  kapitalizmin kendisi yerine tesadüfi ya da politikacıların yanlış uygulamalarından kaynaklanan insan hatalarına bağlanması filmde de söz konusudur.

Filmde 1980 sonrası sistemi canlı tutmak için ekonominin belkemiği haline getirilen konut piyasasında sorgulanan en büyük şey, satılamayan eşik altı mortgageların diğer “pisliklerle” toplanıp CDO adıyla yeni bir finans aracı haline gelmesi ve kredi derecelendirme ajanslarından aldıkları yüksek notla piyasada işlem görmeleri ve değer yaratmaları oluyor. Ama üretim dışı zenginleşme sorgulanmıyor. Filmde ekonominin tamamen sanal bir sistemin içinde olduğu anlatılıyor. Reel ekonomiyle tamamen bağını kopardığı gibi kapitalizmin içinde kurduğu finans piyasasıyla da bağını koparan bir yapı var; mortgage bonoları sigortalama piyasası mortgage piyasasından 20 kat fazla büyüyor ve artık sistemin içinde de kontrol edilemez noktaya geliyor.

The Big Short emlak balonunu görebilen sistem içi insanları anlatıyor; sistem karşıtı değil sistemin tam da kendisi bu insanlar. Borsacı, spekülatör, bankacı olan insanlar, sistemle dertleri olmayan antikahramanlar; ABD ekonomisine karşı bahse girecek kadar sistemle özdeşleşmiş durumdalar. Bunlar tam da kriz ekonomisi olan kapitalizmin arzuladığı insan figürü olan “krizi fırsata çevirenler” “krizden büyüyerek çıkanlar”dan.

The Big Short 1980 sonrası gelişmeleri ve mortgage krizini düzgün ve anlaşılır anlatıyor. Eşik altı değişken faiz oranları, riskli mortgage, kredi temerrüt sigortası, ISDA, CDO, teminatlandırılmış borç yükümlülüğü, sentetik CDO gibi sadece finansçıların bilebileceği kavramları belgesel tadında filme parantez açarak, bir köpük banyosunda, bir restaurant mutfağında ya da bir kumar masasında açıklanmaktadır.  Belki en sonda söylenmesi nedeniyle filmin can alıcı noktası olarak akılda kalan ise krizin en büyük tetikleyicisi olarak görülen CDO’ların isim değiştirip “Bespoke Tranche Opportunity” adıyla -ana akım iktisatçılar tarafından “kriz bitti düze çıkıyoruz”un dillendirildiği- 2015 yılında milyarlarca satmasıydı. İzleyiciye “Sistem krizden kendini yenileyemeden çıkmışsa kriz derinleşerek devam eder mi”yi sorgulatıyor bu da.

İzlerken seyirciyi konusu ve kavramlarıyla yorsa da rahatsız etse de en azından finansçı, iktisatçı vs. olmayanların da filmden çıktıklarında mahallelerinde her gün bir yenisi mantar gibi biten yüzlerce konuta bakış açılarını değiştirecek bir vizyon sunuyor The Big Short.

Serpil Bozkulak

İktisat Doktora Öğrencisi

tr_TRTurkish