15
Views

Dört kamyonu dolduran, kalkış yapan bir uçağın gürültüsü kadar gürültülü olan Wall of Sound şimdiye kadar yapılmış en büyük ve en gelişmiş ses sistemiydi.

Beatles’tan önce canlı müzik işi genellikle samimi, küçük alanların etkinliğiydi; tiyatrolar, barlar, okul spor salonu gibi yerlerde yapılırdı. Zamanın en büyük sanatçıları bile bu küçük mekanlarda çalıyordu. Ses sınırlıydı ve izleyiciyle sanatçı temelde aynı fiziksel ve akustik alanı paylaşıyordu.

Beatles tarihteki herhangi bir müzik grubundan daha büyük bir grup haline geldiğinde küçük Vox amfilerini ve vokaller için bir Anons sistemini kullanarak canlı müziği beysbol stadyumlarına taşıdı. Grup sahnedeyken kendini duyamıyordu ve seyirciler de onları duyamıyordu, ama bu etkinlikler zaten müzikal olmaktan çok kültüreldi. Beatles konser verdikleri mekanların çok büyük ve teknolojik olanakların yetersiz olması nedeniyle turneyi bıraktı.

1960’ların sonlarına gelindiğinde dönemin popüler grupları düzenli olarak stadyumlarda, hipodromlarda ve müzik için tasarlanmamış çeşitli mekanlarda çalıyordu. O dönemin en popüler mekanlarından biri olan San Francisco’daki Winterland Balo Salonu eski bir buz pateni pistinden dönüştürülmüştü. Rock and roll henüz tam olarak popüler kültür ögesi olmadığı için girişimciler, tamamen yeni bir endüstri ve ona eşlik eden bir teknoloji geliştirmek zorunda kaldı ve bunu başardı.

Klasik Rock müzik döneminde Grateful Dead’in neredeyse diğer tüm gruplardan üstün olduğu bir özelliği vardı: Canlı performansları. Performansları gürültülüydü ve duyabileceğiniz en iyi performanslardan biriydi. The Dead canlı performansın önemli öncülerindendi ve bugün bizim için sıradan sayılan bazı teknolojileri geliştirdiler.

Dead’in ses ekibinin hoparlörlerin arkaya yerleştirilmesi konusunda karşılaştığı ilk teknik engel, sahnedeki vokal mikrofonlarından gelen geri dönüştü. DSP ortaya çıkana dek sahnede sesin geri dönüşünü azaltmak gibi şeyler imkansızdı. Bu yüzden gruplar ve şarkıcılar sesin geri dönmediği küçük sahne alanlarda çaldı. Bunu çözmek isteyen Owsley ve ekibi iki mikrofonlu bir sistem tasarladı: Şarkıcı üstteki mikrofona şarkı söylerken alttaki mikrofon (vokal mikrofonunun sadece birkaç santim altına bantlanmış) diğer tüm sesleri alıyordu. İki sinyal daha sonra, iki mikrofon arasındaki ortak sesleri -geri dönüş de dahil- ortadan kaldıran diferansiyel toplayıcı bir amplifikatörden geçiriliyordu. Modern konser sesi işte bu eşsiz yaratıcılıkla icat edildi. Bu sistemi 1990’ların başına kadar konser videolarında görebilirsiniz.

Grateful Dead’in Ses Duvarı o kadar büyüktü ki 21 kişilik bir roadie ekibinin hoparlörleri kurması dört saat, kablolarını bağlaması da bir o kadar sürüyordu. Lojistik açıdan da her şey çok zordu; sistemlerin bir sonraki gösterilere götürülebilmesi için iki Ses Duvarı inşa edildi: Biri o geceki gösteride kurulurken diğeri bir sonraki mekana gönderilip edip kuruluyordu. 75 ton ağırlığındaki bu sistemi taşımak için dört yarı römork gerekiyordu.

Kırk sekiz MacIntosh MC-2300 amfi, 586 JBL hoparlör ve 54 Electro Voice tiz hoparlörüne güç sağlayan 28.800 Watt sürekli RMS güç (48 x 600) üretti. Malzemeler elle kurmak için çok yüksekti, bu yüzden bir vinç ve kaldırma sistemi tasarlandı. Davulcu Bill Kruetzmann devasa vinci davul setinin üzerinde ilk kez gördüğünde, seti tehlike bölgesinden uzaklaştırılıncaya kadar çalmayı reddetti. Bu devasa sistemin roadie’lerden ve grubun arkadaşlarından oluşan kalabalık bir grup tarafından tasarlanıp inşa ediliyordu.

Ses Duvarı temelde 11 ayrı kanalda bir araya getirilmiş altı ayrı ses sisteminden oluşuyordu. Vokaller, gitarlar ve piyanonun her biri bir kanalı ve bir hoparlör setini kaplıyordu; ayrı ayrı enstrümanlar hoparlörleri paylaşmadığı için intermodülasyon bozulması ortadan kalkıyordu. Bir hoparlör konisinin, düşük bir nota üretmek için bir konumda, yüksek bir nota üretmek için başka bir konumda olması gerekmiyordu. Phil Lesh’in bas gitarı dört kanallı bir kodlayıcıdan geçiyordu ve bas gitarındaki dört telin her birinin kendi amfisi ve 15 inçlik hoparlörleri vardı. Davullar üç kanala bölünmüştü: biri trampet, biri tomlar ve ziller, biri de bas davul içindi.

Sistemin sahneden 180 metreye öteye kadar olağanüstü bir ses ürettiği, rüzgar ve diğer çevresel faktörlerin sesi dağıttığında ise 400 metreye kadar kabul edilebilir bir ses ürettiği söyleniyor.

Wall of Sound gerçekten de yaratıcı bir fikirdi ve işleri değiştirmişti, ama finansal ve lojistik açıdan tam bir kabustu. Bu yüzden ömrü sadece altı ay sürdü ve sonrasında parça parça diğer gruplara satıldı. Merak edip dinlemek isteyenler için Wall of Sound’un kalan son kaliteli kaydı Mart 1974’te San Francisco’daki Cow Palace’ta kaydedilen ve 2002’de paylaşılan Dick’s Picks Volume 24.

Üç katlı bir bina kadar yüksek 75 ton ağırlığındaki Wall of Sound, günümüz standartlarına göre abartılı görünebilir, ancak mega-show döneminin başlangıcında, bazıları hala şimdiye kadar üretilmiş en iyi canlı ses olduğunu iddia ediyor.

kaynaklar: 1,2

Makale Etiketleri:
· ·
Makale Kategorileri:
MANŞET · MÜZİK