Boğaç Gökmen ile Haftanın Dinleme Odası 3/11

Mark Knopfler – Down The Road Wherever (British Grove/Blue Note)

Rock sahnesinin saygın isimlerinden Dire Straits’in efsanevi solist ve gitaristi Mark Knopfler dokuzuncu solo albümünü yayımladı. Albüm, Knopfler’ın sakin, şiirsel ve daha çok folk sularında gezen ezgilerinin yanında bu kez çeşitli müzik stillerinin cazibeli kıyılarına da ayak bastığı şarkılardan meydana geliyor.

Belki kırıntılar halinde funk ama kesinlikle her zamanki blues yürüyüşler dahası bir yanıyla caz dokunuşlarıyla adımlayan ritmik temellere oturan şarkılar bunlar. Caz piyanonun kattığı loş renkler ve zaman zaman trompet, saksafon gibi nefeslilerle beslenen aralıklar ve akustik gitarın sihirli birlikteliğinden bahsetmek de mümkün. Bu keyifli zeminde yol alırken alışılmış Knopfler hissiyatı ve manzaralarının vaad ettiği bir yolculuk söz konusu.

Herkesin aşina olup benimsediği bir Mark Knopfler solo kariyeri malumunuz ancak bu defa ilgi çekici bazı küçük detay ve farklılıklara yer verdiği de görülüyor usta müzisyenin. Ne olursa olsun bildik bir Knopfler imzasını akılda tutun lakin bu kez “Down The Road Wherever”da biraz daha fazlası bekliyor dinleyiciyi.

 

The Smashing Pumpkins – Shiny and Oh So Bright, Vol. 1 / LP: No Past. No Future. No Sun. (Napalm Records)

Yılın en mesut kavuşmalarından biri yaşanacak uzun yıllardır yeni bir Smashing Pumpkins albümü bekleyen dinleyici için. Öyle ki albüm, topluluğun kurucu üyeler Billy Corgan, James Iha ve Jimmy Chamberlin ile 20 yıl aradan sonra stüdyoya girdiği ve uzun süreli gitarist Jeff Schroeder ile 18 yıl aradan sonra ortak imza attıkları ilk çalışma olarak geçiyor kayıtlara.

Yapımcı Rick Rubin’le Shangri La Studios’da kaydedilen albüm, dinleyici için tüm bu geçen zaman sonrası Corgan’ın topluluğu devam ettirdiği albümlerden biraz daha fazlasını ifade ediyor. Corgan’ın hırçın zaman zaman da çocuksu vokalleriyle formunda olması ve Iha’nın karakteristik gitar cümleleri albümün en parlak yanları. Beste yapıları ve sürüş konforu hissettiren, yerine oturmuş melodiler de Pumpkins’in üzerinde fena durmuyor.

Esasen bir “Siamese Dream” ya da “Mellon Collie” etkisi beklemenin yersiz olacağını kabul ederek kulak verdiğimiz çalışma, birçok temel Smashing Pumpkins tınısına ev sahipliği yapması bakımından özlem gidermenin mümkün olduğu bir dinleme seansı sunuyor. Bir de albüm başlığındaki “Vol.1” ibaresinin yarattığı bir beklenti var ki dinleyicinin dikkati bir taraftan da bu açık bırakılan kapıda olacaktır.

 

Anneke Van Giersbergen – Symhonized (InsideOutMusic)

Müzik dünyasının en özel seslerinden Hollandalı şarkıcı Anneke Van Giersbergen senfonik konser albümüyle kulaklarımızı şenlendirmeye geliyor.

Anneke’nin Mayıs ayında Argo Tien tarafından yönetilen, Hollanda’nın önde gelen senfoni orkestralarından Residentie Orkest The Hague eşliğinde verdiği iki konserin kayıtlarından oluşan albüm on bir parçanın bir araya geldiği bir ziyafete dönüşüyor.

Şarkıcı, 25 yıllık kariyerini kutlamak için bir en iyiler koleksiyonu yayımlamak yerine, orkestra eşliğinde yeniden yorumlanan şarkılardan oluşan bir konser kaydının daha ilginç olabileceğini düşünerek bu zor deneyime soyunduklarını belirtiyor. İyi ki de öyle yapmışlar.

The Gathering yıllarından üç şarkının yer aldığı kayıtta, yeni grubu VUUR’dan da iki şarkı seçilmiş. Bir Henry Purcell aryasının yanı sıra Lorrainville ve The Gentle Storm’dan yorumladığı parçalarla âdeta parlayan bir konser albümü var karşımızda. Anneke’yi uzun zamandır takip eden dinleyicinin yanı sıra klasik müzik tutkunlarını da kendine çekeceğini tahmin etmenin kolay olacağı kayıt önce öneri listelerinde ardından da arşivlerde yerini alacaktır.

 

Mumford & Sons – Delta (Island)

Müzik dünyasına 2009 tarihli “Sigh No More” albümüyle nefis bir giriş yapan İngiliz topluluk, şimdi üç yıl aradan sonra yayımlanan yeni albümleri “Delta” ile yeniden görücüye çıkıyor.

İlk intiba olarak özenle hazırlandığı, üzerinde kafa patlatıldığı fark edilen bir melodik ve lirik içeriğin öne çıktığı, dengeli bir müzik işçiliği kendini belli ediyor. Söz konusu denge, folk müzik motiflerinin hassasiyeti ve günümüz tınılarına da kapılarını kapatmayan yaratıcı ayarlardan geçiyor.  Özellikle ilk iki albümün zihinlere kazınan marş niteliğindeki şarkılarının yarattığı etki yakalanır mı bilinmez ancak içtenliğinden fazla bir şey kaybetmeyen şarkıların varlığı dikkatlerden kaçmıyor.

Çoğu zaman kendi iç sesiyle ve belki de geçmişiyle hesaplaştığını düşündüren şarkılar bunlar. Alıp başını gitmek, oturup en başından anlatmak isteyecek albümün büyük kısım ise durgun fakat yürek yakacak niteliklere sahip. Şurası kesin ki samimiyetiyle dinleyiciyi kucaklayacak bir dolu şarkıyla derin renklerin hakimiyetinde bir Mumford & Sons tutumundan söz etmek yerinde olacaktır.

 

Chris Cornell – Chris Cornell (A&M)

18 Mayıs 2017’de trajik bir şekilde hayatını kaybeden grunge akımı ve dünya rock sahnesinin mühim ismi Chris Cornell’in külliyatını kapsayan âdeta arşivlik bir koleksiyon seti yayımlandı.

Cornell’in, Soundgarden, Audioslave, Temple of The Dog dönemlerinden ve kendi solo çalışmalarından önemli şarkılarının yanı sıra daha önce yayımlanmamış kayıtlarının da yer aldığı çalışma tam bir saygı duruşu niteliğinde. Ayrıca, Cat Stevens’dan Prince’e ve Bob Marley’e kadar birçok ismin parçalarını yorumladığı canlı kayıtları da böyle bir çalışmada bir arada bulmak sevindirici.

Cornell’in eşi Vicky, eski grup üyeleri ve arkadaşlarının işbirliği ve küratörlüğü ışığında 64 şarkının yer aldığı yapımda Soundgarden’dan Kim Thayil ve Matt Cameron, Audioslave’den Tom Morello, Temple of The Dog’dan arkadaşı Pearl Jam gitaristi Mike McCready ve yapımcı Brendan O’Brien gibi Cornell’in çeşitli ortak çalışmalarında birlikte mesai yaptığı önemli isimler göze çarpıyor.

Chris Cornell’i şarkılarıyla anmak ve müzik dünyasına kazandırdığı birbirinden önemli şarkıyı tek bir set ile arşivlere katmak için yerinde ve kıymetli bir çalışma.

 

The Good, the Bad & the Queen – Merrie Land (Studio 13)

İngiliz müzik sahnesi ve Britpop söz konusu olduğunda listenin başlarına yazılması gereken isimlerden Blur ve Gorillaz’ın beyni Damon Albarn yanına The Clash’den bas gitarist Paul Simonon, The Verve gitaristi Simon Tong ve Fela Kuti davulcusu Tony Allen’i aldığında ortaya çıkacak neticeden sual olunmaz.

2007 tarihli çıkış albümüyle alternatif rock sahnesinde malum bir etki yarattıktan sonra sessizliği tercih eden topluluk, onca yılın ardından yeni albüm “Merrie Land” ile yılın en merak edilen ruh hâllerinden birini vaad ederek dönüyor. Bunu yaparken de alışılmışın dışında, kendine has şarkı formlarıyla, günümüz müzik tutumu içinde deneysel sularda ıslanmaktan çekinmiyorlar.

Tamamen farklı, alışılmışın dışında detaylarla örülmüş ve David Bowie’nin meşhur yapımcısı Tony Visconti ile kaydedilen albüm, melodik zenginliği bol bir oyun alanı olarak çıkıyor karşımıza. Dinledikçe içine çeken sıra dışı ve tedirgin edici bir lunapark atmosferi eşliğinde pırıltılı bir işçiliğe kulak vermek isteyen dinleyici için “Merrie Land” haftanın doğru adreslerinden biri olacaktır.

tr_TRTurkish