Boğaç Gökmen ile Haftanın Dinleme Odası 2/11

Charles Bradley – Black Velvet (Daptone Records)

 

2017’nin Eylül ayında hayatını kaybeden soul müziğin güçlü seslerinden Charles Bradley çağdaşlarından farklı bir öyküye sahip. İlk albümünü 2011 yılında ancak 62 yaşındayken çıkarıp takdir toplamaya başladıktan sonra 2017’de kansere yenik düştüğünde sadece üç albüm yayımlama fırsatı yakalayabilmişti. Bradley yaşamı süresince, yaptığı müziğin doğasıyla da örtüşen hayat, aşk ve hayal kırıklıklarıyla ilgili şarkılar söyledi.

Yayımlanan albüm Black Velvet, Bradley’in plak şirketi tarafından nadir ve daha önce yayımlanmamış materyallerden oluşan bir koleksiyon olarak piyasaya sürüldü. Daha önce Bradley’in, meşhur Black Sabbath parçası “Changes” yorumunun başarısını bilenler için yeni albümde de kendine yer bulan ve bambaşka manzaralarda gezinen Nirvana şarkısı “Stay Away” ve bir Neil Young klasiği olan “Heart of Gold”un en iyi yorumlarından birine kulak vermek bile albümü bambaşka bir yere konumlandırmaya yetecektir.

Black Velvet, geç sahne alan ancak sıradışı hikayesi ve damakta bıraktıklarıyla son döneminde de olsa ismini soul sahnesine yazdırmayı başaran Bradley’in nevi şahsına münhasır ve nadir kayıtlarına kulak vermek için dinleyiciyi bekliyor.

 

Boygenius – Boygenius (Matador Records)

 

Julien Baker, Phoebe Bridgers ve Lucy Dacus’un biraraya gelmesiyle oluşan bir müzikal sürpriz olarak karşımıza çıkıyor Boygenius. Baker’ın 2017 tarihli “Turn Out the Lights”, aynı yıl Bridgers’ın “Stranger in the Alps” ve Dacus’un 2018’in en iyilerinden “Historian” ile yarattıkları etkiden sonra bu üç hanımefendiyi bir arada görmek memnuniyet verici.

Çoğu zaman melankolik rüzgârların ağır bastığı, nitelik zengini şarkılardan meydana geliyor bu altı parçalık kısaçalar. Boygenius ismiyle çıktıkları ilk çalışma, şarkıcılık, beste ve söz yazarlığı bakımından bireysel olarak kendini ispatlamış bu üç ozanın bir arada ürettiklerinin keyfine varmak için de renkli bir dinleme seansı sunuyor.

Stüdyoda sadece dört gün içinde yazılmış ve her birinin kendine has yaklaşımlarıyla ince ayarlanmış şarkıların, üçlünün ortak nefesiyle ifade edilişine tanık oluyoruz. Gitarların başrole soyunduğu, zaman zaman da uzun yolculukları akla getiren belki tek eksi tarafının kısa süresi olarak saptanabileceği çalışma, her yönüyle dinlemeye değecektir.

 

Cult Leader – A Patient Man (Deathwish Inc.)

 

Salt Lake City’nin sert çocukları ilk albümleri “Lightless Walk” sonrası ikinci albümü merakla beklenen toplulukların başında geliyordu. Ses getiren ilk albümler sonrası yaşanan beklenti baskısı onlar için de  geçerliydi ki sanırım şimdi Cult Leader bu beklenti sınavını geçiyor.

Albümün, zincire vurmanın imkansız, yoğun distorsiyon bombardımanının ne yandan patlak vereceğini fark etmenin güç olduğu kısmı, işin keyifli yönünün bu ansızın dağıtan darbelerde saklı olduğunu düşünenlerdenseniz sizi kıskıvrak yakalayacaktır. İkinci katman ise durgun akan şarkıların yaşattığı tedirginliğe sahne oluyor ki  bu atmosfere de paçayı kaptırmak olası.

Bu paralelde “A Patient Man”de birden farklı anlatım tarzı ve çift kişilikli bir albüm kimyasından söz etmek yerinde olur. “Curse of Satisfaction”, “To: Achlys”, “A World of Joy” ve “Craft of Mourning” ile ortaya çıkan düşük tempo doom karakterli renkler ile “I Am Healed”, “Share My Pain”, “Aurum Reclusa” ve “A Patient Man” ile etrafa yayılan kıvılcımları bir araya getirdiğimizde albümü meydana getiren elementlere sahip oluyoruz ki bu da kapanışı yapan “The Broken Right Hand of God” ile kazanılan bir ödüle dönüşüyor.

Son söz olarak, metalcore/death/sludge üçgeninde soluk alıp vermeyi seven dinleyicinin aynı dilde konuşabileceği bir albüm “A Patient Man”.

 

Fleet Foxes – First Collection 2006 – 2009 (Sub Pop Records)

 

Seattle çıkışlı indie,alternative,folk-rock sahnesinin özel gruplarından Fleet Foxes bir koleksiyon setiyle karşınızda. İlk albümlerinin onuncu yılını kutlayan topluluk ilk dönem “Sun Giant  EP”, “The Fleet Foxes EP” ve “B-sides & Rarities” kısaçalarlarının da yer aldığı bu özel derleme setin ismini de grubun o yıllarını referans alarak belirlemiş.

Albümün, topluluğun hassas müzikal yapısı, vokal estetiğinin sağladığı huzurlu atmosfer, akustik inceliğin ulaştığı nokta ve ilk Fleet Foxes şarkılarına dikkat kesilmek bakımından yerinde bir koleksiyon seti olduğu kesin.

“First Collection 2006 – 2009” için, “White Winter Hymnal”, “Your Protector” ve “He Doesn’t Know Why” gibi klasikleşmiş parçalara “She Got Dressed” ve “Mykonos” gibi mücevherleri ekleyip yanlarında daha bir çok mistik Fleet Foxes melodisiyle ihtiyacınız olan olumlu enerjiyi yakalayacağınız son dönemin en kayda değer çalışmalarından biri olduğunu söylemek mümkün.

 

  Muse – Simulation Theory (Warner Music)

Muse hakkında ne düşünürseniz düşünün lakin yeni albümle birlikte kendinizi seksenlerden günümüze uzanan bir bilim-kurgu hadisesi içinde yer almaya hazırlayın. Bunu yaparken de ilk dönem Muse albümleriyle kıyaslamaya gitmemeniz faydalı olacaktır.

En iyi albümlerinden biri olduğunu kendilerinin de iddia edeceğini düşünmediğim “Simulation Theory”, kendi içinde değerlendirilmesi gereken ve kayıt masasının başındaki Rich Costey, Mike Elizondo, Shellback ve Timbaland gibi isimlere baktığımızda söz konusu yapımın bolca şerit değiştiren bir işçiliğe sahip olduğunu tahmin etmek zor değil.

80’ler ve 90’lar pop sahnesine göz kırparak atıfta bulunan şarkılar ile topluluğu stadyumlara taşıyan yakıt gücünü barındıran marş niteliğindeki bestelerin zaman zaman sarmaş dolaş olduğu bir karışım mevzubahis. Tabii bu karışımın öksürüğünüze iyi gelebileceği gibi bir takım yan tesirlere açık olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Genel itibarıyla synth melodilerinin atmosfer basıncını belirlediği ve Matthew Bellamy’nin Prince hayranlığının hissedildiği çizgilerin, Muse’un tescilli kişilik hatlarını barındıran motiflerle içi içe geçtiği, John Carpenter imzalı bir seksenler bilim-kurgu hissiyatını bulmanız yüksek ihtimal.

https://open.spotify.com/album/5OZgDtx180ZZPMpm36J2zC?si=xhfw6kk1QQC5YsjaBaBHVg

 

Architects – Holy Hell (Epitaph)

 

İngiliz metalcore sahnesinin etkili topluluğu sekizici albümüyle ortamları ateşe vermeye devam ediyor. Kurucu üye, gitarist ve şarkı yazarı Tom Searle’ı kaybettikten sonraki ilk Architects albümü olan “Holy Hell” tahmin edileceği üzere birçok duygunun bir arada hissedildiği çarpıcı bir yapım.

11 parçanın yer aldığı, sert ve köşeli hatlarıyla öne çıkan albüm, karamsar katmanları arasında isyan duygusunun tetiklediği umut parıltılarını da barındırıyor. Sylosis’den transfer yeni gitarist Josh Middleton’ın olumlu katkısının fark edildiği ve vokal Sam Carter’ın yürek koyduğu şarkılar âdeta dokunduğu yeri yakarak geçiyor.

Dostlarını ve bir kardeşi kaybetmenin travmatik etkilerinin altından kalkmaya çalışırken ortaya koydukları parçalara bakılırsa “Holy Hell”in topluluğun en sarsıcı  albümü olduğunu söylemek yerinde olacaktır.

“Holy Hell”, bir yanıyla yeni bir başlangıç, hüzün ve öfkenin dışa vurumu öte taraftan da bir kaybın onurlandırıldığı şarkılar bütünü olarak değerlendirilebilir. Tüm bunların ışığında ise modern metal sahnesi açısından neredeyse bir başyapıt olarak karşımıza çıkacaktır. Sonuç itibarıyla metalcore ve alternatif metal kulvarının sıkı takipçileri “Holy Hell”i ıskalamayacaktır.

tr_TRTurkish