Blondie, Geçmiş Değil Bugün Gibi: “Pollinator”

Yetmişli yılların ortalarında punk-rock Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler özellikle de New York’da önüne geçilmez bir hal almış ve etkilemediği kitle neredeyse yok denecek kadar azdı. Türün önde gelen topluluklarının işin içine kattığı sahne şovları parlamakta olan bu süreci körüklemeyi sürdürmekle kalmayıp bir yaşam tarzı ve felsefesi de oluşturuyordu.

Tüm bu çalkantılı, hareketi bol, neresine dokunursan başına buyrukluk ve yaratıcılık fışkıran dönem içinde punk-rock’ı new wave ile tepkimeye sokan topluluklar da kadraja girmeye başlıyordu ki bunlardan biri de Blondie idi.

Blondie düşünüldüğünde akıllara normal olarak Deborah “Debbie” Harry gelecektir ki vokaldeki başarısının yanı sıra birçok konuda döneme imzasını atan isimlerden biri olarak kendisini görürüz. Sahneden yaydığı enerji bir yana moda, sinema gibi diğer alanlarda da öne çıkmayı başaran Debbie yetmiş ve seksenlerin önemli ikonlarından biridir şüphesiz. İlk bakışta algılanan soğuk ve gizemli duruşunun altındaki renkli kişiliği, kısmen de taşıdığı şeytan tüyü sayesinde Iggy Pop ve David Bowie tonlarında bir duruş sergiliyordu.

Blondie’nin müzikal seyahati de kendi içinde bölümler oluşturmaktadır.

Kuruluş ve ilk üretimlerden oluşan dönem hayli istikbal vaat eden 1976’deki “Blondie” ve 1978 kışında piyasaya sürülen “Plastic Letters” albümleriyle şekilleniyor ve ilk ticari başarıları beraberinde getiriyor. “X Offender”, “In the Flesh”, “Rip Her to Shreds”, “Denis” ve “(I’m Always Touched by Your) Presence, Dear” dönemin önemli örnekleri.

Zirve olarak tarif edilebilecek dönem ise 1978’in Eylül ayında yayımlanan “Parallel Lines” ile başlayarak 1979 ve 1980 yıllarında ardı ardına çıkarılan “Eat to the Beat” ve “Autoamerican” albümlerini kapsayan süreçte kendini gösteriyor. Bu döneme damgasını vuran hit parçalar “Atomic”, “Heart of Glass”, “Call Me”, “Rapture” ve “The Tide Is High” oluyor ki Blondie denildiğinde akla ilk olarak hâlâ onlar gelir. Ardından 1982’de “The Hunter” albümünün yayımlanması ve yaşanan ayrılık.

Topluluk için önemli bir dönem de 1999 yılıdır ki o yıl piyasaya çıkan “No Exit” albümü âdeta Blondie’nin ikinci doğuşunu müjdeler niteliktedir. Başta “Maria” olmak üzere “Nothing Is Real but the Girl” ve “No Exit” parçaları listelerde sıklıkla boy gösterir.

Ardından iki binli yıllar ve günümüze dek yayımlanan “The Curse of Blondie”, “Panic of Girls” ve “Ghosts of Download” sonrası müziği bırakmayı reddeden bir başka deyişle de müziğin kendilerini bırakmadığı topluluk 2017’nin bahar aylarında “Pollinator” albümüyle bir kez daha sesini duyuracak parçalarla yerini alıyor.

Albümde yılların eskitemediği isimler olarak mikrofon başında olmazsa olmaz Debbie Harry, davulda Clem Burke ve gitarda Chris Stein, Blondie’nin hayata devam etmesini sağlayan isimler olarak karşımızdalar.

“Pollinator” topluluğun karakteristik çizgilerinin neredeyse tamamına ev sahipliği yapmayı sürdüren bir albüm. Değişik bir tını ya da şaşırtacak, keşif niteliğinde parçalardansa dönemler arası hafıza transferi yaşatacak bir bütünden bahsetmek söz konusu. Zamana meydan okuyan veya zamanın bir yerlerde durdurulmuş olduğunu hissettiren yanları da yok değil.

Geri vokallerde bir başka efsane isim olan Joan Jett’in yer aldığı açılış parçası “Doom or Destiny”, ardından gelen “Long Time” özellikle The Smiths’in gitarlarından tanıdığımız “Johnny Marr” imzalı “My Monster” ve “Fun” albümün dikkat çeken parçaları.

Kişiyi ifade eden işidir, diye bir söylemden hareket edecek olursak bazı meslekler insanın hayatla arasındaki bağları oluşturan ve yaşama dair birçok anlamın anahtarı olan özellikler taşır.

Birçok müzik insanı için de durumun bu şekilde işliyor olması ve yıllar geçse de müziğin onları onların da müziği taşıyor olmaları sevindirici.

Blondie’nin yeni albümü “Pollinator” geçmiş değil bugün gibi.

tr_TRTurkish