Bir Başkadır Metal Kardeşliği: Rock Off 2017

Temmuz ayının son günlerinde soluğu almış bulunuyoruz. İstanbul semalarında iki gün önce yaşanan gerilim soslu, fırtına, dolu, sağanak türünde aradığınız ne varsa bulabileceğiniz hayli etkileyici bir hava olayı performansı sonrası öğle güneşi tüm haşmetiyle farkını göstermekte. Maslak’taki plazalar bölgesinden festival alanına doğru yürürken zihnimde uçuşan birkaç düşünceye engel olamıyorum.

İlki, hafta içi iş dünyasının en gösterişli örneklerine tanık olunan bölgenin cumartesi öğle vakti sessizliğe bürünmüş hâliyle arasındaki çelişik vaziyet. İkincisi ise iki gün önce yaşanmış aşırı uçlarda gezinen hava hadisesi. Yaşadığımız şehirde olduğu gibi sistematik şekilde ve çılgınca bir metropol dizaynına evrilen örneklerin başımıza açtığı aşırı ve süratli betonlaşmanın bu ani değişimlerin en başında gelen sebeplerinden biri olması. Tam da bu betonlaşmaya övgüler dizermişçesine abideleşmiş hayalet yapılar arasından festival alanına doğru uygun adım yürümekteyken.

Monster Energy’nin katkılarıyla Rock Off dördüncü kez kuruyor sahnesini. Uniq Açıkhava sahnesi geçen yıllarda olduğu gibi bu sene de tozun dumana katılacağı bir etkinliğe ev sahipliği yapmak üzere. Bir süredir büyük organizasyon kıtlığı çekilen ve yabancı toplulukların ayağının kesildiği bir dönem sonrası Rock Off birçok bünyeye ilaç gibi gelme özelliğinde. İçerik olarak da metal müzik ana başlığı altında yerli ve yabancı grupların sağlam bir birleşimi sunuluyor.

Açılışı yapma görevini omuzlayan yerli grupların sahne alması beklenirken dinleyici kitlesi henüz yavaş yavaş ulaşıyor mekâna. Ne de olsa gün uzun ve gün bizim bu defa.

İlk söz sırası İstanbul’lu Milk Hunter’da. Grup kendilerinin de belirttiği gibi Florida Death Metal yapıyor ve bunu gerçekleştirirken Türkçe sözlerle de bu işin inşaa edileceğinin iyi örneklerini veriyorlar doğrusu.

Ardından bir süredir yerli piyasayı heyecanlandıran, Karga’da, Peyote’de, bir de Moonspell öncesi seyretme fırsatı yakaladığım Sülfür Ensemble sahneye adım atıyor. Topluluk üyelerinin Antisilence, UÇK Grind, Radical Noise, Nitro geçmişleri ve ekip biçtikleri ekoller göz önüne alındığında ortamı hareketlendirmek konusunda neyle karşılaşacağımızı biliyoruz. Öyle ki vokaldeki nevi şahsına münhasır kişilik Erdem Çapar’ın ilk andan son satırlara dek ortamı sarıp sarmalayan gırtlak performansı birçok şey anlatmaya yetiyor. “Karaçor” çığlıklarıyla yankılanan Maslak civarları Sülfür Ensemble sayesinde Doom, Sludge, Stoner hususundaki haftasonu mesaisini hakkıyla yerine getiriyor.

Sıra geliyor Black Tooth hadisesine. Oldukça karakterli ve dominant Groove işlerinin Southern Metal ile nasıl da sarmaş dolaş olduğunun kanıtı bu adamlar. Thrash’in bu katmanının şöyle bir özelliği de var ki müzik başladığı andan itibaren seyircinin yerinde durması ihtimal dahilinde değil. Sahnede eğlendirirken kendilerini de o kadar kaptırıyorlar ki zamanın nasıl geçtiği hakkında kimsenin bir fikri yok. Öğle güneşi altında defalarca birbirine giren seyircinin kan ter içinde fakat dinlenmeye niyetinin olmadığı anlara tanıklık ediyor hatta ucundan katılmayı da ihmal etmiyoruz.

Her şey yolunda, keyfimiz yerinde bunun yanındaysa dikkat çeken bir detay mekânın düşündüğümden küçük olması. En arkada, standların kurulmuş olduğu bölümden bile seyir anlamında bir problem yaşanmıyor. Bir taraftan da katılım konusunda alanın boyutları önemli bir parametre, gönül ister ki etkinlikler her zaman çok daha büyük ortamlara taşınsın. Oysa bir süre sonra alanın çok büyük olmamasının bir avantaja dönüştüğünü görüyorum. An geçmiyor ki alabildiğine cana yakın ve içli dışlı bir ortam oluşmasın.

Son birkaç senedir, özellikle de geçtiğimiz kış, görece olarak ufak mekânlarda gerçekleştirilen ekstrem müzik etkinliklerinde yakalanan samimi atmosfer Rock Off festival alanının tamamına yansımış görünüyor. Her köşede konularının kolaylıkla tahmin edilebileceği sohbetler akıp gidiyor. Kuzenini, yeğenini getirenlerden, babasını peşine takıp gelenlere, seksenlerde gençlik yıllarındayken metal müzik deryasına düşenlere yaş yelpazesi oldukça geniş görünüyor. Ayrıca hazırlık konusunda hayli titiz bir cemiyetten söz etmek kesinlikle mümkün. Makyajlardan aksesuarlara, küçük detaylardan tişört çeşitlerinin zenginliğine kadar her şey olması gerektiği gibi.

Alanı dolduran kitlenin heyecan, yakınlık ve gözden kaçmasının imkânsız olduğu dost meclisi hissiyatı istisnasız herkesi içine çekerken önümüzdeki dönemde düzenlenecek irili ufaklı organizasyonlar adına da umutları yeşertmeye yetiyor.

Geldiğimden beri birçok kez duyduğum söz “Ne de olsa bir başkadır metal kardeşliği”.

Artık sahne ortamı büyük ihtimal kır düğünü kıvamına taşıyacak olan Korpiklaani’nin. Finlandiyalı folk metal icracısı grup, sert müziğin daha ziyade eğlendiren tarafında yer alıyor. Bunu yaparken de kendi halk ezgilerini kullanan grupların başında geliyor. Performans boyunca bas gitardaki sakallı abinin kendine has, bir nevi ermiş tavırları, akordeon ve kemancı arkadaşların karşılıklı atışmaları ve mikrofon başındaki Jonne’nin sahne kullanımındaki verim, bu hareketli performansın akılda kalıcı tarafları oluyor.

Sırada bir efsane var, ve büyük ihtimal az sonra Napalm Death bizi tokatlamaya başlayacak.

Bekleme sırasında sevgili Amir Necim ile sohbetteyiz. Kendisi bu tip organizasyonların görünmez kahramanlarından biri. Grupların sorun yaşamaması, ulaşımdan sahneye kadar uzanan sürecin hoşnut bir şekilde yürütülmesi, çözüm odaklı ve inceci yaklaşımlarla işin sağlıklı sürmesi konusunda yaptıklarının önemi büyük. Sohbet sırasında Napalm Death’in teçhizat ve bagajlarının İstanbul’a ulaşmadığını öğreniyoruz. Grup, bu aksaklığa rağmen sağlanan ekipman ile sahnedeki yerini alıyor. Tüm bunlara rağmen sahnede olmaları da ne kadar övülse az.

Mark Barney Greenway deyince şöyle bir durmak lazım. Fikirsel dünyası ve muhalif duruşuyla ‘aslında başka bir dünya mümkün’ söyleminin metal müzik dünyasındaki belki de en büyük temsilcilerinden. Şarkı aralarında modern insan ve günümüz yaşam sistemi üzerine ifade ettikleri kayıtlara geçiyor elbette. Ayrıca bir kez daha görülüyor ki  Mark Barney Greenway sahne üzerinde ne yapılmalı, nasıl yapılmalı konusunda her şeyi fersah fersah aşmış özel bir adam. Ekipman sorunu sebebiyle gitarist John “Bilbo” Cooke’un yaşadığı özellikle gitar askısına bağlı aksilikler uzun süre devam ederken Shane Embury’nin bas gitarıyla yekvücut şekilde tüm sunumu nasıl ustaca yönettiğine tanık oluyoruz.

Napalm Death ile geçen enfes dakikalardan sonra az bir süre olmasına rağmen Bloodbath ile yaşanacak kan banyosuna hazırız.

Bloodbath death metal’in en iyi, sade ve vurucu örneklerini sergilemek için ortaya çıkmış bir süper topluluk. Kimler yok ki kadroda! Örneğin bas gitarda Katatonia’nın hipnotik vokali Jonas Renkse, gitarlarda yine Katatonia’dan Anders Nyström ve Ghost’tan Per Eriksson ile davulda Opeth’ten tanıdığımız Martin Axenrot varken mikrofon başında Paradise Lost’un özel sesi Nick Holmes’u görüyoruz. Kan revan içinde çıktıkları sahneden sergiledikleri müthiş performas ile iniyorlar. Bir daha nerede izleriz, nasıl denk geliriz bilemiyorum ama burada Bloodbath’ı izlediğimi unutmayacağım aşikâr. Bu kadar yıldızlı bir kadronun ortaya koyduğu ustalık yoğun tabiatıyla da etkileyici işçilik benim için Napalm Death ile birlikte festivalin tepe noktasını işaret etmeye yetiyor.

Artık gittikçe sona yaklaşıyoruz ve üstünkörü bir gözlemle tespit edilebileceği gibi büyük farkla beklenen grubun yani Amon Amarth’ın ilk notalarını beklemeye koyuluyoruz.

Amon Amarth, Viking Metal mevzusunun baş aktörlerinden hatta en kuvvetlilerinin de başında geliyor. İsveç’li topluluk antik Viking öyküleriyle donanmış parçalarını bir kez daha İstanbul semalarına gönderirlerken seyircinin de haklı coşkusunu alıyor. Sahne ebatları el verdiğince davul sistemi yukarıya bir platforma taşınarak biraz daha zengin bir görsellik yakalanmaya çalışılıyor. Belki pek çoğumuzun gözleri birçok konserde sahneye kondurdukları Viking gemisini arıyor ama şimdilik bununla da çok da güzel idare ediyoruz.

Seyircinin yoğun ilgisi ve sahneye fırlatılarak gruba sunulanlar arasında Amon Amarth adına yakışır şekilde büyüyor sahnede. Vokal  Johan Hegg’in iletişim başarısı dolayısıyla yakalanan samimiyet grubun tüm meşhur parçalarına eşlik eden izleyicinin ateşini biraz daha harlamaya yetiyor. Savaşlar yüzünden evinden, yurdundan uzak kalmış, sevdiklerinin kokusunu bile özlemiş şarkılar bunlar. Kahramanlık hikâyelerinin yazıldığı soğuk bir coğrafyanın karanlık fakat coşku dolu parçaları. Ve Amon Amarth tüm bunları en iyi şekilde ifade edip sunmayı çok iyi başarıyor.

Topluluk sahneye veda ederken artık bizim de ayrılma zamanımız geliyor.

Dönüş yolu birkaç vesait aktarmalı gerçekleşirken sohbetlerimiz aynı konuya takılıp kalıyor. “Kendini evinde gibi hissetmek, iyi hissettiğin, dostların arasında zamanın nasıl geçtiğini fark etmemek. Arkadaşlık ve müziğin insan hayatındaki önemi. Bir de şu var ki bu tip oluşumlara en azından katılım gösterip destek olarak uzun ömürlü olması noktasında dayanak sağlayabilmek.”

Koca dünyaya baktığımızda ise. Ülkeler nasıl yönetiliyor? Coğrafyalar insanlar üzerine ne tür kader ağları örüyor? Politikalar, siyasiler, yeni dünya düzenleri, algı yönetimleri, stratejik ortaklıklar, enerji oyunlar. Falanlar, filanlar. Her şey bir yana burada bütün gün hissedilen ve binlerce metal müzik dinleyicisinin meydana getirdiği dost meclisi çok fazla şey anlatmaya yetiyor.

Belki de bugün en çok duyduğum söz, evin sokağına girdiğimde ufak bir gülümseme oluşturuyor yüzümde.

“Bir başkadır metal kardeşliği ne de olsa”

 

 

 

 

 

tr_TRTurkish