Bazı Albüm Kapakları #12: Buffalo Tom “Sodajerk”

Seda Açıkoğlu

Amerikalı grup Buffalo Tom’un 1993 tarihli single albümü “Sodajerk”in kapağında New Yorklu sokak fotoğrafçısı Helen Levitt’in 1980 yılında çektiği bir fotoğraf yer alıyor.

1913 doğumlu Helen Levitt, yetmiş yıl boyunca aktif olarak fotoğraf çekti, 95 yaşında öldüğünde ‘zamanının en ünlü ve en az bilinen fotoğrafçısı’ olarak tanımlandı.

Helen Levitt

New York sokak yaşamını belgeleyen Levitt, en çok da büyüdüğü Brooklyn’deki İtalyan-Yahudi Bensonhurst mahallesinde, East Village çevresinde sokak hayatına dair belgesel fotoğraflarıyla tanınır.

Levitt, 17 yaşında liseyi bırakır ve bir mağazada tezgâhtar olarak çalışmaya başlar. Okulu bırakmıştı ancak kendi kendini eğittiği dönem daha yeni başlıyordu. Brooklyn Koleji’nde Avrupa edebiyatı dersini alan bir arkadaşından edindiği okuma listesinden başlıklar seçerek doymak bilmez okumalar yapıyor, sendikaların, kurumların, vakıfların ücretsiz tiyatrolarından, konserlerinden, dans derslerinden faydalanıyor, büyülendiği Fransız ve Rus sinemasından filmler izliyordu.

Levitt, 1931’de, 18 yaşındayken annesinin arkadaşı olan ve düğün, mezuniyet, aile fotoğrafları çeken J. Florian Mitchell’in, Bronx’taki stüdyosunda çalışmaya başladı. O zamanlar karanlık oda teknikleri onu pek ilgilendirmese de zanaatın bazı sanatsal vaatler taşıdığını hissederek gayretle uygulamaları öğrendi. Levitt, becerilerini geliştirdikçe çıraklıktan başladığı fotoğrafçılığı olası bir meslek olarak düşünmeye başladı. 1934’te, artık karanlık odada ustalaşmış, Voigtlander kamerası ile arkadaşlarının fotoğraflarını çekiyordu.

Fotoğrafçılığını sanata dönüştürmek, gözünü eğitmek için müzelerde Van Gogh, Gauguin, Cézanne, Matisse, Daumier ve Toulouse-Lautrec gibi ressamların kompozisyonlarını inceledi, sanat galerilerindeki sergilere daldı.

Fotoğrafçılığını esas etkileyen ise Julien Levy Galerisi’nde, Henri Cartier-Bresson’un çalışmalarını görmesi oldu. Cartier-Bresson’un, Levitt üzerindeki etkisi çalışmalarını yalnızca galerilerde görmekten değil, New York’ta Brooklyn sahilinde bir çekim gününde ona eşlik etmesinden de kaynaklanır.

Levitt, 1936’da, Cartier-Bresson’un da tercih ettiği küçük, ikinci el bir 35mm Leica satın alır ve mahalleleri dolaşmaya başlar. Sokaklarda sonsuz sayıda karakter vardır. İlk dönem fotoğraflarında planlar geniş, insanlar küçük ve uzakta yer alır, konularını arka plandaki ezici kentle birlikte aktarır.

Helen Levitt, çekim yaparken seçici davranıyor, güzel ama sıkıcı sokaklardan, benzersiz binalardan kaçıyor daha çok mimari detaylarla, bordür taşlarıyla, grafitilerle, boş arsalarla, toplanmaya hazır çöp yığınlarıyla, tebeşirle çizilmiş kaldırımlar, kapılar ve duvarlarla ilgileniyordu. Sokakların, mahallenin, kişilerin sosyal koşullarını belgelemeye ait hiçbir ilgisi yoktu, gündelik hayattaki her ânın en etkileyici tasviriyle ilgileniyordu ve şöyle diyordu: “Yapmaya çalıştığım iş hakkında söyleyebileceğim tek şey, estetiğin gerçekliğin kendisinde olduğudur.”

Doğu Harlem sokaklarında oyun oynayan çocukların fotoğraflarını çekiyor ama top oynayan, ip atlayan ya da seksek gibi alışılagelmiş oyunlardan ziyade geniş bir hayal gücüyle yaratılmış, sadece o çocuklar tarafından kurgulanmış ve bambaşka dünyalar sunan oyunlardan etkileniyordu. Levitt’in çocukları maske takıyor, tırmanıyor, pandomim yapıyor, dans ediyor ve hayal kuruyordu.

2001 yılında New Yorker dergisine verdiği bir röportajda “İnsanlar çocukları sevdiğimi sanıyor ama sevmiyorum” der. “Çünkü  çocuklar dışarıdaydı.”

Levitt, Walker Evans, Ben Shahn, Luis Buñuel, Thomas Roma gibi fotoğraf, sinema ve sanat dünyasının önemli isimleri ile tanışır, birlikte çalışır, yakın arkadaşlıklar kurar. Levitt bu dönemde âdeta bir çiçek gibi açar, saygı duyduğu sanatçılardan övgüler alır, kabul görür ve kendine güveni gelir, fotoğrafları kendine has bir duygusallık kazanır.

Levitt, hikâyeyi yakalamak için konularına yaklaşmaya başlar ve bazen (Ben Shahn ve Walker Evans’ın da yaptığı gibi) onları farkında olmadan yakalamasına izin veren dik açılı bir vizör kullanır.

Levitt, Walker Evans aracılığıyla tanıştığı yönetmen, senarist ve yapımcı Janice Loeb ve yazar James Agee ile iki belgesel film çeker: In the Street (1948) ve The Quiet One (1948).

Levitt’in fotoğraflarının sinematografik bir versiyonunu oluşturmak ve sokağı onun görme yolu üzerinden aktarmak için çıkılan bu denemeler Levitt’in 1965 tarihli “A Way of Seeing” kitabına da giriş olur.

Bu iki film sonrasındaki on yıl boyunca film editörlüğü ve yönetmenlik yapar. 1950’ler boyunca filmlerde çalışan Levitt, 1959’da renkli fotoğrafı denemek için Guggenheim Bursu alır. Levitt’in bu dönem çektiği hem siyah beyaz hem de renkli format fotoğraflar, eski uğrak mekânlarının çoğu değişmiş olmasına ve yeni yerler aramak zorunda kalmasına rağmen erken dönemini yansıtır. Levitt, rengi etrafındaki yaşamın gerçekliğini genişletmek için kullanır. Ne yazık ki, ilk renkli çekimleri ve o dönemde çektiği siyah beyaz fotoğrafları evinden çalınır.

Levitt’in sokaklarda çektiği fotoğraflar, bir foto muhabirin reflekslerini gerektiriyordu ancak foto muhabirlik onu hiç  ilgilendirmedi. Bir foto muhabiri olmak için gerekli olan teknik yeterliliğe sahip olmadığını ve bunun canını sıktığını söylüyordu ama aslında can sıkıntısının sebebinin sadece teknik olmadığı, tüm sebebin içe dönük karakteri ve utangaçlığı olduğu düşünülüyordu. Kendinden çok az bahsetmiş olsa da dışa dönük olmamasının sebebini kendi sessiz dünyasının ve bu dünyaya müdahale edilmesini istememesi olduğunun ipuçlarını da veriyordu.

Levitt’in uzun kariyeri, kişisel ve sanatsal alçakgönüllülüğün hakimiyetindeydi. Ne kendisini ve işlerini öne çıkarmaya ne de izleyiciyi memnun etmeye çalıştı. Peter Schjeldahl, Village Voice’ta şöyle yazıyor: “Eğer aşina iseniz, Levitt’in fotoğraflarının analize ihtiyacı yok ama eğer değilseniz tasvir etmeye de gerek yok, biçim ve nüans olarak çok karmaşık olsalar da etkisi çok basit.”

San Francisco Modern Sanat Müzesi’nin fotoğraf küratörü Sandra Phillips’in Levitt’i “Foto muhabiri değildi, daha çok şair gibiydi.” cümlesiyle tanımlamasının sebebi sokakları sessiz, nazik ve mizahi bir duyguyla doldurmasıydı.

Levitt, 2003’te Chicago Tribune’e verdiği röportajda “İnsanlar dışarıda olurdu ve eğer yeterince beklersen seni unuturlar.” der. Levitt, ayarlamalarını yapar ve beklerdi ve “Şanstı.” der, “James Agee’nin makalesinde söylediği gibi, bu tür şeylerde şans çok önemlidir.”

1991 yılında, San Francisco Modern Sanat Müzesi’nin Levitt’in çalışmalarını içeren katalog için Maria Morris Hambourg, “A Life in Part” başlıklı biyografik bir makale hazırlar. Makalenin içeriğinde Levitt’in sanatçı kimliğine çokça atıfta bulunan Hambourg,  “Fotoğraflar, sıradan bir izleyiciye sansasyonel, aşırı şık veya geleneksel olarak güzel hiçbir şey sunmuyor” diye yazıyor. Hambourg, Levitt’in fotoğraflarının ahlâki ve dramatik duygusunun kaynaştığı, konularıyla ortak bir anlatım diliyle, aynı zeminde durarak yaklaştığını belirtiyor: “Öznelerinden hiçbir zaman faydalanmadı, onları ne soyluyor ne de küçümsüyor.” ve ekliyor: “Sadece fotoğraflarıyla ilgileniyor, kendi görüşlerinin dışındaki fikirlere, yorumlara inancı yok, bu yüzden de tanıtımdan uzak yaşamayı tercih ediyor.”

The New York Times, Helen Levitt’i “New York sokaklarında lirizm, gizem ve sessiz dramın ötesine geçen, kısa anları yakalayan 20. yüzyılın önemli bir fotoğrafçısı” olarak tanımlar.

Çalışmalarının sadece şiirsel olarak değerlendirilmesi toplumsal değişimi yansıtma çabasının sanat çevreleri tarafından görmezden gelinmesi eleştirilir. Rena Silverman, The New York Times’da yer alan “Helen Levitt’in Politikayla Harmanlanmış Şiirsel Sokak Fotoğrafları” başlıklı makalesinde, kentin görsel şairi olarak tanımlanan Levitt’in aslında işçi sınıfının fotoğraflarını çekip onların mücadelesine destek vermek istediğini vurgular ve bu çabanın görmezden gelindiğini iddia eder.

Bir başka makalede, sokak fotoğraflarının Levitt’in benimsediği maskeyi ifade ettiğini söyler.

Helen Levitt ise hayatı boyunca New York sokaklarında çektiği fotoğraflar için şöyle der: “Hiç “projem” olmadı. Dışarı çıkıp çekim yapar, gözlerimi takip ederdim. Başkalarının görmesi için fotoğraf çekmeye çalıştım.”

Helen Levitt

Levitt, sessiz bir hayat yaşadı, ilgi odağı olmaktan kaçındı, nadiren röportaj verdi, hiç evlenmedi, 29 Mart 2009’da uykusunda ölünceye kadar sarı tekir Blinky ile birlikte yaşadı.

Helen Levitt’in albüm kapağında yer alan 1980’de çektiği ve halk arasında “Örümcek Kız” olarak bilinen fotoğrafta, genç kızın vücudu, kolları ve bacakları, arabanın ya da bacaklarının altındaki bir şeye bakmak için keskin bir açıyla katlandığı karakteristik bir jestini görürüz, etrafta başka hiç kimseyi görmeyiz, sadece genç kızı ve Helen Levitt’in gözünü, empatisini, mizah anlayışını, bakış açısını görürüz. Tıpkı James Agee’nin “A Way Of Seeing” kitabında yazdığı gibi, fotoğraf kendi adına onun hakkında yapılacak herhangi bir yorumdan daha güzel ve dürüst konuşuyor.

Helen Levitt, “Açık konuşamadığım için kendimi görüntülerle ifade ediyorum.” der, belki de fotoğraflarla belgelediği dünya Helen Levitt’in fantezisiydi ve sadece ona aitti.

“Bazı Albüm Kapakları” Instagram hesabı için tıklayınız.

tr_TRTurkish