Aynur Kulak yazdı: “Edebiyatın Dili, Sinemanın Anlatımı ile Godard Makinesi”

Edebiyat ve sinemanın birbirini etkileme gücü büyüleyici. Öyle ki; sinemada en kötü edebiyat uyarlamasına şahit olsak dahi filmi izlemekten kendimizi alamadığımız bir gerçek. Bu nasıl olabiliyor ya da bunun bir sırrı var mı bilinmez ama hikaye anlatmanın en güzel yolu edebiyattan geçiyorsa eğer, hayal edilen hikayeyi gözümüzde canlandırmanın büyüleyiciliği de sinemadan geçiyor. ikisi birleştiğinde ise tadına, güzelliğine, hazzına doyulmaz bir sanat yapıtına dönüşüyor edebiyat ve sinemanın birlikteliği.

Konusu ve kurgusu itibariyle edebiyatımızda çok rastlanmayan bir kitap ile karşı karşıyayız. Godard Makinesi. Üstelik yazarı gencecik. Edebiyatı çok seviyor. Anlatmak onun için önemli ve sinemaya çok düşkün.

Dedalus Yayınları tarafından yayımlanan Godard Makinesi Merve Yakut’un ilk romanı. İlkin kitabı elinize ilk roman olarak alıyorsunuz fakat okudukça keşfettikleriniz kitabın ilk kitap olma özelliğinin önüne geçiyor. Merve Yakut, Uludağ Üniversite’si Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde eğitim gördü. Edebiyata olan düşkünlüğü seçtiği üniversiteden de anlaşılacağı üzere tartışılmaz fakat sinemaya da olan ilgisini Godard Makinesi ile apaçık bir şekilde gösteriyor.

Yeni Dalga Akımı

1960’lı yılların başlamasıyla Fransa’da filizlenmeye başlayan Yeni Dalga kendini en iyi sinema üzerinden ifade edebildi. Fransa’da başlayan ve toplumun her kademesine yayılan yeni dalga genç yönetmenlerin yeni filmleriyle dünyaya hızla yayıldı. Tabii ki edebiyatta bundan etkilendi. Klasik edebiyat yeni dalga ile beraber yepyeni hikayelerle canlandı. Bambaşka bir dönemdi ve sanat yapıtları buna istinaden bambaşka bir şekilde vücut bulmaya başladı. Yeni Dalga’nın sinemadaki en iyi temsilcisi tabii ki Jean-Luc Godard’dı. Sinema okullarında halen dersleri verilen Godard filmleri hiç şüphesiz ki edebiyattan, müziğe, güzel sanatlara, tiyatroya sanatın her dalını ayrı ayrı etkiledi. Çünkü Godard filmleri dünyada yeniliğe en çok ihtiyaç duyulan bir zamanda gelmişti.

Godard Makinesi öncelikle ismiyle beraber tüm bunları bize yeniden hatırlatmakta. Yeni olan ne varsa ilgimizi çektiğinden romanın sinema ile iç içeliği (Dostluğu) tabii ki dikkatimizi çekiyor hemen. Bize Godard’ı hatırlatıyor çünkü, hafızamızı yokluyor,  romanda bahsi geçen filmleri yeniden izleme isteği uyandırıyor, edebiyat üzerinden anlatılan filmler sahne sahne gözümüzde canlanıyor ve aynı zamanda edebiyatın kendisi, anlatılan hikaye büyük bir film stüdyosunun içinde film çekiliyormuş hissini okuyucuya yaşatması açısından ayrıca önemli bir yerde duruyor.

Godard Makinesi’nin hikayesine geçelim. Bakalım bu hisler nasıl oluyor da edebiyat ve sinema birleştiğinde bu denli güçlü bir şekilde ortaya çıkabiliyor?

 İki Ayrı Tür Tek Bir Hikaye

Kahramanımız Cemşit Somel’i aksiyonu bol bir sahneyle tanımaya başlıyoruz. Yıl 2014. Boğaziçi Köprüsü büyük bir gürültüyle yıkılmakta ve Cemşit Somel sinema ekranında bir nevi kendi yıkımını izlemekte. O zamana kadar yaptığı şeylerle, sinemaya olan tutkusuyla hesaplaşması çok sancılı gerçekten. Çünkü aslında 1970’lerin başında başlayan hikaye idealist bir sinemaseverin kafasının içinin çekmek istediği filmlere dolu olmasından ibaret. Dünyada sinema adına Yeni Dalga akımının iyice zirve yaptığı bu yıllar Cengiz Somel’in idealist gençlik yıllarına denk gelmekte. Godard sinemasına tutkuyla bağlı olan bu adam ileride kesinlikle istediği film projelerini gerçekleştirmiş, bol ödüllü bir yönetmen olacak. Julide tüm bu hayallerin içinde yok elbet. Orta yaşlarını süren (Cengiz Somel’den beş yaş büyük) eczacı, çevresinde olup bitenlerden çok da haberdar olmayan bu güzel kadının soğuk bir kış günü Cengiz Somel’in hayatına girmesi olayları ters yüz eder. Kafasındaki filmleri çekmeye başlamakla beraber Cengiz’in Julide ile tanışması, takıntılı, tutkulu, bol kavgalı, bu anlamda çok yıpratıcı yılların başlamasına sebebiyet verir.

Hikaye akarken romanın en önemli özelliği olarak ortaya çıkan unsur bahsi geçen filmlerden çalakalem bahsedilip geçilmemesi. Tüm bahsedilen filmlerin (Yeni Dalga akımı sırasında çekilmiş yerli ve yabancı filmler bunlar) hikayeyi çok güçlü şekilde desteklemesi. Çünkü yönetmenimiz Cengiz Somer bu filmlerle yatıp kalkmakta, bu filmler gibi filmler çekmeyi isteyerek yerli sinemada Yeni Dalga akımını yaratmanın derdine düşmüş durumda. Aklını sinema ile bozmuş biri için çok görülecek bir şey değil bu zira yönetmenimiz Julide’ye her ulaşabildiğinde onu da sinemanın içine çekmekten hiç geri durmamakta. Fakat Julide’nin, Cengiz Somel’e koyduğu mesafeler hatta sıklıkla onu küçümsemesi aslında Yeni Dalga hareketinin burjuva geleneklerine karşı oluşmuş bir akım olduğunu da bize çok güzel göstermekte.  Bu anlamda kitap boyunca akan sahneler, kişilerin sosyal pozisyonları ve davranışları Cengiz Somel’in ana hikayesi içerisinde çok güzel arka fon olarak belirmekte.

 Edebiyat Sinemaya El Verirse

Godard Makinesi’ni edebiyatın sinemaya verdiği el olarak görebiliriz. Ya da sinemanın edebiyata kattığı güç. İkisini birbirinden ayıramayız ve Merve Yakut kitabın hemen hemen her sahnesinde bunu bize hissettirmekte. Bu son cümleyi “hemen hemen her bölümünde” diye de yazabilirdim fakat Godard Makinesi biz okuyucuya bir hikaye okuyoruz hissiyatını geçirmekle beraber aynı zamanda bir film izliyormuşuz hissiyatını da çok güçlü bir şekilde hissettirmekte. 

Bir ilk roman için fazlasıyla iyi olan bu durumda söylenecek tek bir şey kalıyor geriye. Godard Makinesini okuyun lütfen.

Godard Makinesi

Yazar: Merve Yakut

Yayınevi: Dedalus Yayınları

Türü: Roman

Yayın Yılı: 2019

Sayfa: 255

tr_TRTurkish