Tarja Turunen “The Shadow Shows” İstanbul Konseri İzlenimleri

Konserler hangi müzik türüne yakın olursak olalım insanın yüzlerce veya binlerce kişiyle aynı anda belli bir süre sevdiği topluluğu, sanatçıyı seyredip gönül birliği yaptığı büyülü anlar içerir.

Aslında son dönemde ülkenin içinde bulunduğu olumsuz dinamiklere, huzurlu hissedeceğimiz bir ana dahi hasret kaldığımız bu sürece rağmen irili ufaklı birçok organizasyon gerçekleştiriliyor. Bunlar küçük mekanlarda, orta ya da büyük kapasiteli ortamlarda gerçekleştirilerek her şeye rağmen yaşatılmaya gayret ediliyor.

Bir taraftan yurt dışı konser, festival haber ve içeriklerine bakıp iç geçirirken, tam da yakınımızda olanlara elden geldikçe kıymet vermeliyiz diye düşünüyorum. Her sektörde olduğu gibi organizasyon işlerinde de arz talep dengesinin ne kadar önem taşıdığını bilerek. Her konuda olduğu gibi yaşamasını ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasını istediğimiz olgulara desteğimizi esirgemeyerek. En basitinden satmayan veya yeterince istek almayan hiçbir oluşumun ayakta kalmasının mümkün olmadığını bilerek.

fotoğraf: Seda Açıkoğlu

Küçükçiftlik Park uzun süredir festival ve konserlerin İstanbul özelinde en önemli mekanı durumunda. Stadyum konserlerinin hafiften anılarda kaldığı zamanlardan bu yana her türden organizasyona ev sahipliği yaparak bu paralelde seyircinin son dönem hafızasına yerleşen şehrin göbeğindeki birkaç nefes alma sahasından biri.

Ağustos ayında Tarja’nın yeni albümü “The Shadow Self” yayımlandığında ve defalarca dinleyip beğendiğimde “ah bir İstanbul’a gelse” diye içimden geçirmiştim. Etkinlik haberini öğrendiğimde ise önem sırasında yukarılara çıkartarak aklıma kaydetmiştim. Şubat ayının nispeten kasvetli hava şartlarından bir anlık da olsa sıyrılmak için bir fırsat olabilecekti.

Hayli soğuk bir İstanbul akşamında konser mekanının önünde alıyoruz soluğu. Etkinliğin gerçekleşeceği Küçükçiftlik Park’ın kış aylarında dönüştüğü biçim olan kapalı çadır alana adımımızı atıyoruz.

Tarja Turunen, senfonik metal müziğin önemli topluluklarından “Nightwish”in vokali iken kalbimizi çalan sonrasında ise solo albümleriyle kariyerine devam etmeyi seçen Finlandiya’nın önemli soprano seslerinden. Hâl böyle olunca hayli lezzetli bir sunumun bizi beklediği aşikâr.

Tarja’dan önce sahne alan iki topluluğa değinmekte fayda var. İlki Birmingham çıkışlı, melodik heavy metal icra eden topluluk “Devilfire”. Keyif ve neşeyle doldurdukları sahneden İstanbul seyircisinin pozitifliğini överek inerken “bizim oralarda kös kös seyreden bir izleyici vardır, şahanesiniz” demeden edemediler. Ardından sahne alan Polonya’lı progresif rock grubu “Anvision” da tarzın hakkını verip yarattıkları atmosferle kendilerini ifade etmeyi başardılar. Müziklerinden “Riverside” tadı aldığımı memnuniyetle ifade etmeliyim.

Ön grup olmak turne deneyimi yaşamak açısından önemli olmasının yanında bir taraftan da zordur. Çünkü gelen seyircinin temel odağındaki isim olmadığınızdan hayalinizdeki izleyici heyecanına ulaşamayabilirsiniz. Yine de hem Anvision hem de Devilfire sahneyi ve ortamı ısıtmanın yanında seyircinin haklarında araştırma yapmasını ateşleyecek performanslarıyla iyi iş çıkardılar diyebilirim.

Artık sıra Tarja’ya gelmişti, konser alanında sayı olarak hayli cılız kalan seyirci ön saflara akın etmeye başladı. Evet belki de söylenmesi gereken öncelikli sözlerden biri etkinliğin içerik kalitesine rağmen seyirci azlığıdır ki bu ne yazık ki çözülmesi oldukça zor bir denklem olarak üzerine kafa yormamızı gerektiren önemli bir konu.

Ekip birer birer sahneye adım atıp bakışlar Tarja’yı ararken “Demons in You”nun ilk akorlarıyla Tarja sahnede büyümeye başlıyor. Son albümde “Arch Enemy”nin gaddar vokali “Alissa White-Gluz” ile gerçekleştirdikleri bu düet parçayla hayli enerjik bir giriş yapılıyor. Hemen ardından “Colours in the Dark” albümünün iyi parçalarından “500 Lettters” ortama ısınmanın ötesinde kan dolaşımında ani bir hareketlilik yaratıyor ki Tarja’nın sahne büyüsü salona usulca yayılmaya başlıyor artık.

“No Bitter End” ve “Lucid Dreamer” olması gereken parçalar olarak sıradaki yerlerini alıyorlar. Ardından Tarja’nın İstanbul için özel çalacaklarını anons ettiği “Dark Star” başlıyor ve şöyle bir dönüp etrafıma göz gezdirdiğimde kitlenin tepkilerinin de benimle paralel olduğunu görüyorum. Halimizden memnunuz. “Duygu, biraz duygu bütün isteğim buydu” dercesine.

Son albümün parlayan şarkıları “The Living End” ve “Calling from the Wild” ilk dinlediğim andan beri tutulduğum parçalardandı, canlı seyretmek şansını yakalamanın keyfi de başka oluyor. Sonrasında topu Nightwish yıllarına atıyorlar, ardı ardına iliştirilmiş dört parça akustik versiyonlarıyla karşımızda. Tadından yenmez bir aktarım oluyor seyirci için.

Bayan Turunen’nin sahne hakimiyeti sadece geniş ses aralığı ve usta şarkıcılığının üzerinden okuması yapılacak bir durum değil. Bunu her canlı performansında gözlemleyebildiğimiz gibi İstanbul sahnesinde de ziyadesiyle yaşıyoruz. İlk andan itibaren yaydığı pozitif enerji saniyeler içerisinde tüm bünyelere nüfuz ediyor. Seyirciyle arasında kurduğu iletişim her türlü mekanı un ufak edecek kudrete sahip, adeta mimikleriyle şarkılara kattığı öyle bir anlatım var ki bu tiyatral durum salondaki herkesi etkisine almaya kurulmuş bir zemberek adeta. Kısacası gözünüzü sahneden ayırmak oldukça güç.

Akustik bölümün ikinci perdesinde solo albümlerine dönüyor Tarja. İlk solo albümü “Winter Storm”un kafa şarkısı “I Walk Alone” duygu yoğunluk kadrajını belirliyor adeta. Beklenen diğer parçalar nelerdi, tabii ki “Love to Hate”, “Victim of Ritual” ve “Underbreaker”. Onlar da gözlerimiz önünden akıp geçerken konserin son düzlüğüne doğru mutluluk payesinden alınan memnuniyetler olarak cebimize girenlerden oluyorlar.

Klasik harekettir ki performansı bitirmeden verilen kısa aradan sonra sahneye bu defa son albümün açılış parçası “Innocence” ile çıkıyorlar ve ardından “Winter Storm” albümünden “Die Alive” ile kapanışı yapıyorlar.

Artık veda vakti gelmiş çatmıştır. Tarja sahneden inerek ulaşabildiği herkesle el sıkışmaya gayret ediyor. Kendim de dahil eminim seyirci için unutulmayacak anların başında bu gelecektir.

Alandan ayrılırken birkaç konu var kafamızda, bir kısmını yazının başında aktardığım. “Geçirdiğimiz iki saatin karşılığı yok” diyor arkadaşım, o anda söylenecek çok da bir şey kalmıyor aslında.

Asıl biz teşekkür ederiz Tarja Turunen, tekrar yolunu gözleyeceğiz.

 

kapak fotoğrafı: Seda Açıkoğlu
tr_TRTurkish