1960’ta vizyona girdiğinde izleyicileri korkutan Psycho, altmış yılı aşkın süredir en ikonik anlarıyla sinemayı ve hikâye anlatıcılığını etkilemeye devam ediyor.
Psycho’nun ilk gösterimlerinde izleyiciler korkunun tamamen kendine özgü, yeni bir biçimini deneyimledi. Alfred Hitchcock sinemaya bakış açımızı değiştiren bir yönetmendir ve modern sinemada en çok izlerini gördüğümüz filmi de Psycho’dur. Korku klasiğinin vizyona girmesinden 65 yıl sonra bile farklı unsurlarıyla kendinden sonraki yapımları etkilemeye devam etmesi, onun ihtişamının gerçek bir kanıtı.
İşte Pscyho filminde sinemayı etkilemeye devam eden en ikonik beş an.
DUŞ SEKANSI

Bu sahne sadece sinemaya değil, genel olarak hikâye anlatıcılığına da büyük etki yaptı. Janet Leigh’in canlandırdığı karakter duşa girer ve karanlık bir figür onu bıçaklayarak öldürür. İnsanın içini donduran çığlığı, kanının lavabodan aşağı aktığı o korkunç sahne ve diğer her şey bir araya gelerek ikonik bir şey yaratır. Bu sahne insanlara sinemada yıkıcılığın gücünü göstermişti. Sinemaseverler Janet Leigh’nin filmin başrol oyuncusu olduğuna inandırılmış, sonra da ilk üçte birlik bölümde öldürülmüştü. Böylece filmin tüm konsepti değişmiş ve aniden her karakter güvenilmez hale gelmişti. Bu, hikâye anlatıcılığında bir ustalık dersiydi.
GRAFİK ŞİDDETİN KULLANIMI

Psycho’nun vizyona girdiği dönemde için kan ve vahşet kullanımı eşi benzeri görülmemiş bir şeydi. İzleyiciler Janet Leigh’nin oynadığı karakteri severek takip ederken aniden vahşice öldürülmesini, o kanlı sahneyi şok içerisinde izlediler.
Sinema yazarı David Thomson bir keresinde sahnenin vahşetini “Bir Amerikan filmi için çekilmiş en şiddetli sahnelerden biri” olarak tanımlamıştı. Sahnenin çekildiği döneme göre kesinlikle haklıydı. Bu vahşet kasten kullanılmıştı. Öyle ki, Hitchcock kan sıçramalarını rahatça kullanabilsin diye Psycho’yu siyah beyaz filme çekmişti. Kırmızı kan sıçramaları olan renkli bir filmin asla işe yaramayacağını biliyordu.
KEMANLAR

Müziğin her tür filmin temel unsurlarından biridir ve korku filmlerinin kendine has bir tınısı vardır. Bazen sadece müzik bizi gerim gerim gerer. Müziğin korku uyandırma yeteneğini sergileyen ilk filmlerden biri tartışmasız Psycho’ydu. O tüyleri diken diken eden kemanlar izleyicileri dehşete düşürmeye yetmişti. Psycho’nun müziğinin insanların kulağına yerleşmesi ve izleyiciye korkunç bir şeyin olacağını hissettirmeyi başarması sonrasında sinemayı büyük ölçüde etkiledi. Müzik temalarının filmler için ne kadar önemli olduğu üzerine düşünmeyi sağladı. Psycho olmasaydı belki de sinemada ikonik film müzikleri olmazdı.
CİNSELLİK

Psycho her anlamda sinemanın sınırlarını zorlamıştı. Psycho’da daha önce ana akım bir filmde gösterilmeyen şeyler vardı. Hitchcock, Leigh ve John Gavin’in yakınlaşmalarından sonraki anlarda açılış yaptığında, ne yapabileceğini test etti ve farklı anları vurgulamak için film boyunca cinsel açıklığı kullanmaya devam etti. Sinema için yeni olan bu anları filmin baskın karanlığıyla birleştirmek izleyiciler için tamamen benzersiz bir şeye yol açtı. Mizah, şok olma hissi ve şiddeti karşılaştıran garip bir şeydi bu. O zamanlar için benzersizdi.
EMPATİYLE OYNAMAK

Filmdeki en tuhaf anlardan biri Janet Leigh’in cinayetinden sonra yaşanır. Norman Bates, o sırada annesinin korkunç suçu olduğunu varsaydığımız şeyi örtbas etmeye çalışıyor. Bunu yaparken Leigh’in arabasını bataklığa itiyor ve araba batmaya başlıyor. Bir an duruyor ve izleyici olarak Bates yakalanmasın diye arabanın batmaya devam etmesini istediğiniz o tuhaf hisse kapılıyorsunuz. Psycho’nun sıra dışılığı burada. İzleyiciye sadece iyiyi ve kötüyü sunan bir korku filmi değil, aynı zamanda moteli işletmeye, istismarcı annesine bakmaya ve genel olarak hayatına devam etmeye çalışan garip bir karakter olan Norman Bates’i de sunuyor. Yanlış yolda olmasına rağmen izleyici ona sempati duyuyor. Empatinin bu şekilde sömürülmesi, Bates’in iyi tarafını görmeye çalışan biri olarak kendinizi ihanete uğramış hissetmenize yol açarak olayı çok daha şok edici hale getiriyor.
görsel: Paramount Pictures
far out magazine