Sepultura’dan Beklenen Hamle ve Tam İsabet : “Machine Messiah”

Metal müzik tutkunu herkesin elbet bir Sepultura algısı mevcuttur. Birçok hatıra ve yaşanmışlığın çimentosundan inşaa edilmiş salon ve odalarında uzun zamanlar geçirilmiş bir bilinç seviyesidir bu. Brezilya’nın bu kulvardaki en büyük marka değeri olarak metal müzik dünyasına farklı enstantaneler katttıkları, bir döneme imzalarını bastıkları gerçeği gönül hanemizde yerini korur durur.

Max ve Igor Cavalera biraderlerin harcını kardığı grup için Max’ın vedası sonrası ve öncesi olarak iki çağın ortaya çıkması da ayrı bir muamma. “Schizophrenia”, “Beneath the Remains”, “Arise”, “Chaos A.D” ve “Roots” kalibresindeki efsaneleşen albümlerle seksenlerin sonu ve doksanların başına hükmederken yaşanan ayrılığın ardından hayranların büyük bölümünün gözünde iki döneme ayrılan bir kariyer söz konusu.

Devam eden süreçte ise direksiyonda Andreas Kisser’i vokallerde ise Derrick Green’i görürüz. Igor Cavalera’nın da ayrılmasıyla ilk dönemden oldukça farklı bir Sepultura vardır artık karşımızda. Çoğu dinleyici nazarında Max sonrası çok dikkate alınmasa da yenilikçi işlere kafa yoran albümler çıkarmaya devam ederler.

2011’den beri hâlihazırdaki kadro ile konu yeni albüm “Machine Messiah”a kadar gelir dayanır. Özellikle 2000’lerden bu yana yayımlanan her albümde olduğu gibi bu çalışma da birçok soru işaretinin gölgesinde ulaşıyor kulaklarımıza. Mesele kaçınılmaz dönem kıyaslaması.

Sepultura - Machine Messiah.jpg

Yeni albüm “Machine Messiah” ile açılıyor ki yakışıklı bir melodi ve arpejlerle donatılmış orta tempo bir parça seçilmiş bu iş için. Şöyle düşünün öykü başlıyor ve sonrasında yaşanacaklar için bir girizgâh gerekiyor ki bu açıdan baktığımızda bile fazlası var eksiği yok. Ardından gelen “I Am The Enemy” ise tam bir tokat etkisiyle dokunduğu yerde izini bırakacak bir etkiye sahip, old school thrash ruhunu kapıyı yumruklarcasına hissettirerek bu tarafa geçiriyor. Aynı saptamayı “Vandals Nest” için de yapmak mümkün. Bu ikilinin birçok bünyeye iyi geleceği açık.

“Phantom Self” ve “Alethea” yöresel motiflerin ve ritimlerin Sepultura tavrıyla işin içine katıldığı bir taraftan yenilikçi izler barındırırken geçmişe selam çakmayı da ihmal etmeyen gayet sağlam parçalar. Tüm bu parçalarda Kisser’in öldürücü rifflerinin katkısı üst seviyede. Tam bu sırada “Iceberg Dances”dan bahsetmek gerekiyor ki beş dakikaya yakın bu enstrümantal çalışmada karakteristik yapı taşlarına rastlamak mümkünken akustik gitardan ritmik yapıdaki örgüye kadar kullanılan her detay yerinde ve tekdüzelik çizgisinden uzak bir dozda kullanılmış.

“Sworn Oath” ilk dinlemeden itibaren albümün favorilerinden olduğunu hissettiriyor, doksanların başına bir yolculuk barındırmayı da başarıyor. Melodik olarak yakalanan zenginlik parçanın son notasına değin dikkat kesilmeyi sağlarken kaidesi de bu zenginliği taşıyan bir trafiğin üzerine ustaca yerleştirilmiş. Son dönem dinlediğim en iyi metal şarkılarından mı? Kesinlikle.

Hemen bitişiğinde “Resistant Parasites” ve “Silent Violence” var ki artık albümün bizi iyice yakaladığı anlardayız, albümün tümünde kendini hissettiren bir “Chaos A.D.” iştahından söz etmek mümkün. “Cyber God” oturaklı yapısıyla üzerine oturtulmuş ritmin uzun dalga boylarında gayet saygıdeğer bir albüm kapanış parçası.

Tüm bu etkenleri bir araya getirdiğimde açıkcası uzun süredir aradığım ve bir noktada Sepultura’dan beklediğim buydu diyebiliyorum iç ferahlığıyla. Seksenlerin sonundan bu yana var olan Sepultura algısının ikinci dönemi için en üste yazacağım çalışma “Machine Messiah” olacak gibi görünüyor ki bunu oldukça hak ediyor. Hatta ilk dönemi zorlayacak kalite ve içerik zenginliğine sahip bir albüm. Dinledikçe albümün içinde daha fazla zaman geçirmek istiyor ve bazı şarkıları tekrara bağlama isteğine kendinizi kaptırıyorsunuz. Kisser’in kıskıvrak yakalayan, ölümcül riff sağanağı ve Green’in artık vokallerde daha ne yapsın dedirtircesine kusursuza yakın mikrofon başı performansı albümü alıp başka bir yere koymayı sağlayacak etkiyi yaratıyor.

Akım veya yöntem anlamında old school kavramı ne ifade ediyorsa çoğunu albümün tamamında yakalayabilmek olası. Geçmişe göndermeler ve ileriye bakmayı tercih etmek arasında kurulan şahane bir dengeden söz etmek ve dinlerken bunu deneyimlemek albümde yakalanan ve yaratılan önemli bir sihir. Hepsinin toplamında bestelerin ve temanın başarısı yanına yapım kalitesi de eklenince “Machine Messiah”ın kendine güçlü bir yer edineceği görünüyor.

Son dönem Sepultura albümlerine mesafeli kalan metal dinleyicisi için aradaki buzların erimesini sağlayacağını düşündüren hatta daha fazlasını da yaşatacak bir albüm “Machine Messiah”.
Eğer metal müzikse yüreğinizdeki, Sepultura’nın “Machine Messiah”ı ilaç gibi.

tr_TRTurkish