Melville Karanlığından Kafka Karanlığına

Dünya edebiyatının başyapıtlarından bir tanesi olan Moby Dick’in yazarı Herman Melville, karakterleri ve işlediği konular ile yıllar sonra Franz Kafka’ya yol göstermiş, Kafkaesk olarak adlandırdığımız Kafka’ya has üslubunu büyük oranda etkilemiştir.

Moby Dick ile kendi serüveninde şeytanı arayan, Moby Dick’i şeytanın hayat bulmuş hali olarak gören en karanlık karakter Ahab ile çıkan Melville, Bartelby hikâyesinde “Yapmamayı tercih ederim.” diyerek sivil itaatsizliği başlatan ancak bu sırada duvarlara bakarken kör olmayı tercih eden Bartelby ile sözü okuyuculara bırakır. Büyük bir balina peşinde giden kocaman bir ekibin başarısının/başarısızlığının hikâyesidir Moby Dick. Bir görünen bir kaybolan, kendisini yalnızca beyaz balinayı öldürmeye adamış olan Ahab’ın her bir hareketi kitap boyunca farklı bir öngörüye açılır. Aynı zamanda ekibin başına gelen her olay da kitabın sonuna dair bilgiler verir. Ancak bu noktada kitabın sonu ya da başından daha önemli bir nokta vardır. Herman Melville’in Moby Dick’i (yıllar sonra torunu Richard Melville Hall’un müzik grubuna isim babalığı eden) yalnızca özelleştirilmiş bir dil sistemi kurmaz aynı zamanda semboller ve metaforlar ile edebiyat dünyasına büyük katkıda bulunur.

Moby Dick’te tutku haline gelen beyazlık bu yüzden Kâtip Bartelby’de karanlığa ve duvarlara denk düşer. Melville iki uç rengi bir arada kullanarak zıtlık yaratmış gibi görünse de uzun süre iki renge de bakıldığında görme yitinizi kaybetme ihtimaliniz vardır. Balinanın beyazlığı tüm gemi ekibini tekinsiz hissettiren cinstendir çünkü renk olarak beyaz ele alındığında hem tüm renklerin birleşimi olduğu görülür hem de oldukça sade. Ahab’in beyaz balinanın peşinden koşmasının en büyük nedenlerinden birisi de budur çünkü balina onun aradığı tüm iyilik ve kötülüğü bir arada tutar, korku ile sevgiyi içinde barındırır. Aynı zamanda beyaz renk anlamlandırmayı da zorlaştırır. Ishmael ve Ahab’in birbirinden farklı şekillerde bu beyazlığı yorumlaması kendi doğalarını balinada aramaları ve bundan korkarak hareket etmeleridir. Bu korku ve sevgiyi Sigmund Freud “The Uncanny” adlı makalesinde şöyle açıklar: Öncelikle bir nesneden korkarsınız. Ardından bu nesneyi incelersiniz. Uzun bir süre geçtikten sonra bu nesneyi sevmeye ona tutku ile bağlanmaya başlarsınız. Bu “uncanny” olarak adlandırdığı tekinsiz durum Ahab ve Ishmael için geçerli bir nokta. Bir diğer “uncanny” tanımı da şu şekilde uyum sağlıyor Moby Dick’le, bir nesneden ilk önce korkmazsınız. Onu diğer nesneler gibi kabul eder ve bu doğrultuda hareket edersiniz ancak bir süre sonra aynı şekilde görmeye başladığınız nesneler size korku vermeye başlar. Tekinsiz hissedersiniz. Tıpkı uzun süre tavana baktığımızda gördüğümüz garip görüntüler gibi. Ahab için balina avlamak en başında çok normal bir uğraştı, bu onun mesleğiydi ancak bir süre sonra yalnızca korkuya değil büyük bir tutkuya da dönüşecek tekinsiz bir noktası vardı yaptığı işin, Moby Dick. Devasa boyutu ile Ahab ve diğer tüm ekibi korkutan, peşinden koşturan ve tekinsiz hissettiren balina Melville’in karanlığında yer alır.

Çok değil yaklaşık iki sene sonra Melville Bartelby karakteri ile gözlerimizi kör etmeye gelir. 1853 yılında basılan kısa hikâyede Wall Street’in arka sokaklarında yer alan bir yazıhanede çalışan kâtip Bartelby’den bahsedilir. Bartelby tüm diğer karakterler arasında tabiri caizse en çıkıntı olanıdır çünkü itaatsizliği yalnızca patronuna değil çevresindeki her şeyedir. Onun sözü: Yapmamayı tercih ederim’dir. Sivil İtaatsizlik’in Henry David Thoreau tarafından 1849’da yazılmasının ardından kulağa oldukça mantıklı bir hareket geliyor Bartelby karakterinin yaratılması. Kendi döneminin sosyal ve politik noktalarını alan, bunları kendi kitapları ile birleştiren Melville’in Bartelby’si belki de edebiyat tarihinin en inatçı karakteridir. Kasvetli bir ortamda çalışan kâtipler arasında Bartelby’nin masası daha önce hiç boyanmamış, kirden ve karanlıktan simsiyah hale gelmiş bir duvara bakar. Duvarlar yalnızca Bartelby’nin karşısında değil aynı zamanda ofisin içindedir. Her bir kâtip ve bu bağlamda işveren birbirinden ayrı odalarda paravanlar arkasında çalışırlar. İletişimsizlik ve Bartelby’nin bir önceki işinden kaynaklanan ruh bulantısı (Ölü Mektuplar Ofisi’nde çalışmıştır), Bartelby’nin beklediğimizin tam tersi bir karakter olmasına neden olur. Kendi ölüm yöntemini bir şey tercih etmeyerek tercih eden Bartelby’den bahsediyoruz. Patronu tarafından kovulduğunda hiçbir yere gitmeyen ve yalnızca ofisin girişinde durup orada yaşamaya devam eden, kitabı okudukça sisli ve gri bir hava hissetmenize neden olan isyanlar adam. Bu yüzden Melville’in karanlığı diye bahsedebileceğimiz, Ahab’in ruhunda başlayan çürümeler ile Bartelby’nin hayatında başlayan çürümeler kesif bir depresyon kokusu yayar. Amerikan Edebiyatı’nın içine bu sayede zamanın en bulanık iki karakteri girmiş olur.

franz-kafka-donusum

Her iki karakter de yalnızca başkahraman değillerdir, aynı zamanda anlatının sonunda kendi idealleri doğrultusunda ölümü seçerler. Moby Dick’in beyazlığının peşinde koşarken Ahab, her seferinde farklı bir öngörü ile ölümü hatırlatan doğa olaylarına hiç dikkat etmez. İletişimsizliği kötüye yormaz ve bu yüzden hiç haberi yokmuş gibi gider ölüme. Balinanın beyazlığı karşısında yalnızca kör değil aynı zamanda sağırdır da. Kimsenin söylediğini dinlemez, yine yeniden kendi dediğini yaptırır. Ahab’in inadı ile Bartelby’nin sabitliği birbirine bu anlamda da yakındır. Hareketlerinin başına bela açabileceğini tahmin etse de Bartelby, hiç o şekilde hissediyormuş gibi davranmaz. Daima daha sakin, daima daha fazla tercih etmeyen. Ahab’in korsan görünümü ve Bartelby’nin gözlerindeki fersizlik… İki farklı karakteri tek bir noktada birleştiren ve Herman Melville karanlığı dediğimiz o nokta.

Peki Melville neden bu kasveti seçmiştir? Neden Bartelby gibi itaatsiz bir karakter ile Ahab gibi karanlık bir karakter yaratmıştır? Melville’in bu iki karakteri yaratmasında en büyük amaçlardan bir tanesi tüketimciliğe ışık tutmaktır. Ölü Mektuplar Ofisi’nde iletişimsizlik içinde yaşayan ve buradaki işi yüzünden ruhunu kaybeden Bartelby, Wall Street’in hızlı tüketiciliği arasında yok olmayı tercih eder. Her bir ölü mektup Bartelby’nin hayatından parçalar götürür. Daha sonra kâtiplik yapa yapa kararacak olan gözleri ölü mektupların yorgunluğu ile yoğrulur. En az Ölü Mektuplar Ofisi gibi Wall Street de ölüdür, can sıkıcı ve kasvetlidir. Wall Street’te yalnızca iş vardır. Sabah binlerce insanın olduğu ancak akşamları sokak hayvanlarının bile gelmeyi tercih etmediği bir yer. Bu büyük kapitalin içinde Bartelby yalnızca çalışır. Kapitalden daha kapitaldir ancak kendi işi dışında hiçbir şey yapmayı kabul etmez, buna patronunun verdiği ufak tefek işler de dâhildir. Bartelby için hayat çok basittir: İşe gel, işe gel ve gitme. Bu nedenle Bartelby’nin Wall Street’te mutlu olmaması, kendisini ait hissetmemesi ve loş odalarda kimse yokken gizlice uyumasının nedeni insanları çepeçevre çevreleyen kapitaldir.

Yalnızca kendi kamarasında yaşayan ve günün belirli saatleri dışarı çıkarak George Orwell’ın “Winston Smith”ine benzeyen Ahab en büyük tutkusunun peşinden bıkmadan usanmadan koşar. Aynı zamanda kendini balina ile karşılaştıracak kadar çizginin dışındadır. Kendisini var olan her canlıdan üstün tutmaya meyli ile dikkatleri üzerine çeker. Ahab ne başka bir geminin onlara yardım etmesini kabul edebilecek yapıdadır ne de Moby Dick’i paylaşabilecek. Balinanın her parçası onun olmalıdır, her şekilde onu yakalamalıdır. Bu onur yalnızca Ahab’in olmalıdır. Hatta diğer ekip üyelerinin de açlığı ile tüm deniz ve okyanuslardaki tüm balıklar onların olmalıdır.

Tüketimciliği yalnızca insan doğası ve Bartelby ile sınırlamayan, içinde yaşadığımız doğaya da dikkat çeken Melville, günümüzde yaşasaydı belki de Ahab’i tüm ormanlık alanlara AVM dikmeye çalışan bir politikacıya dahi çevirebilirdi.  Böylece doğanın her alanından yararlanmak isteyen Ahab, hızlı değil toplu tüketimin en büyük simgelerinden birisi haline gelirdi.

Melville tüketimciliğe yaklaşımı ile önemli bir duruş sergilerken aynı zamanda toplumun iletişimsizliğine, medenileştirdiğimizin doğanın klostrofobik haline gönderme yapar. Yarattığı kaotik ve gri anlatım ile politika, sosyal yaşam ve ekonomiye gönderme yapar ancak en çok psikoloji hikaye anlatım alanlarında öne çıkar.

Moby Dick ve Bartelby ile şenlenen Melville karanlığı kendisinden ilham alan bir yazarın dokunuşu ile daha da karanlık bir hale gelir. Franz Kafka edebiyat dünyasında adım attığında ona örnek olabilecek onlarca yazar vardır ancak o Herman Melville’in gri alanına girmek ister.  Rus Edebiyatı’nın anlatım tokluğunu alan Kafka, Amerikan Edebiyatı’nın olmazsa olmaz adamı Herman Melville’in klostrofobik betimlemelerini kendi hikâyeleri ile harmanlayarak Kafkavari üslubu oluşturur. Bu üslupta yalnızca bir odanın içinde tıkılmış gibi hissetmez aynı zamanda bir anda böceğe dönüşmeyi bile gözlemleyebilirsiniz.

Franz Kafka’nın karanlığında her şey daha karanlıktır. Belki de Freud’un “tekinsiz”i işte bu noktada devreye girer. Kafka’yı okumak daima zevkli olsa da ilk başlarda rahatsız edicidir. Emin olamadığınız ancak okumaya devam ettiğiniz bir havası vardır. Kim bir sabah uyandığında böceğe dönüşen bir adamın hikâyesini okumak ister ki? İşin özü Kafka’da gizli. Herkes. Aslında herkes kendi içindeki karanlığı biraz okuduklarında, izlediklerinde ya da dinlediklerinde görmek ister. İnsan içinde var olan ve çocukluktan itibaren bastırılmaya çalışılan o kötüye eğilim, karanlık ve tekinsizlik Kafka sayesinde ortaya çıkar. Bir anda o çok korkulan böcekler bir kahramana dönüşür. Oda dar ve karanlıktır. Her yer birbirine benziyordur ve hatta o odadan çıkış yoktur. Bartelby ile hissettiğimiz grilik Gregor Samsa ile siyaha dönüşür çünkü içinde korku ve tiksinme vardır. Akla gelen böcek, Samsa’dır. Belki de Kafka bu resme mutlu(?) bir koku da eklemiştir.

Julia Kristeva’nın metinlerarasılık ile vurguladığı nokta Bartelby, Ahab ve Samsa üçgeninde bir araya geliyor böylece. “Intertextuallity” olarak adlandırılan ve edebiyat dünyasının en çok kullanılan tekniklerinden bir tanesi olan metinlerarasılık, Ahab’in kibrini, Samsa’nın karanlığını, Bartelby’nin isyankarlığını birleştirir. Birbirinden ayrı ne Ahab Ahab’tir ne Samsa Samsa. Melville’in karanlığını alıp kendi karanlığına katan Kafka, romanları ile hepimizi klostofobiye davet ediyor.

Bu yazıyı Öznur Doğan‘ın kişisel web sitesinden de okuyabilirsiniz.
tr_TRTurkish