Haftanın Kitaplığı – 28 Ocak 2019

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.

BEN LEYLA GENCER –  EVİN İLYASOĞLU

Ünlü keman virtüozu Isaac Stern “İlk 79 Yılım” adlı kitabının önsözünde şöyle der: “Müziğin hizmetine girmek bir meslek edinmek değil, bir yaşam biçimidir. Bunun için iki şeye sahip olmalısın: Birincisi, ne olmak istediğin hakkında küçük yaştan itibaren kesin bir fikre; ikincisi, o isteğinin gerçekleşmesi için gereken özgüvene, mücadele gücüne ve gurura.”

İşte Leyla Gencer’in müzik serüveni bu düşüncenin hayata yansıması olmuştur adeta.

Safranbolulu bir baba ile Polonyalı bir annenin kızı olan Leyla Gencer Çubuklu’da dünyaya geldi, Fransız dadısının çokkültürlülüğü ve evde piyano çalan annesinin söylediği Lehçe şarkılar aracılığıyla henüz hayatının ilk yıllarında müzikle tanıştı. Soprano Arangi-Lombardi ile çalışması hayatının dönüm noktalarından biri oldu. İlk opera temsilini Ankara’da verdi. 1953’te İtalyan radyosundaki kaydıyla da ilk kez sesini dünyaya duyurdu.

Leyla Gencer, küçük yaşından itibaren sahnede olmayı aklına koymuştu. Özgüveniyle, çalışkanlığıyla, savaşçı kişiliğiyle hayatını bu fikre göre şekillendirdi. Opera kültürü olmayan bir ülkeden çıkıp, bu kültürle evrilmiş bir ülkenin, İtalya’nın ortasında kendini ispat etmek için verdiği mücadelelerle, tam yirmi beş yıl boyunca operanın mabedi sayılan La Scala’nın “prima donna”sı oldu. Sonraki yirmi beş yıl da, ölünceye kadar, eğitimci olarak opera dünyasına hizmet etti.

Zamanının büyük sopranolarıyla girdiği rekabetle, tarihi şefler ve rejisörlerle birlikte çalışmasıyla, büyük bestecilerin gölgede kalmış yapıtlarını keşfetmesiyle, repertuvarındaki yetmiş üç opera ve canlı temsillerden kaydedilen sesiyle yirminci yüzyıl opera tarihine geçmeyi başaran La Diva Turca, bugün de Divaların Divası olarak anılmaktadır.

“Ben Leyla Gencer – La Diva Turca” kitabı, sesiyle ve dramatik gücüyle iz bırakan sanatçıyı kişileştirerek kendini var etme yolculuğunda yaşadığı coşkularını, hayal kırıklıklarını, sevinçlerini, acılarını kendi ağzından hikâyeleştirirken, okuru operanın coşkulu yıllarına götürüp müzik dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor.

KADIN DÜŞMANLIĞI ÜSTÜNE KÜÇÜK ÖYKÜLER – PATRICIA HIGHSMITH

Psikolojik gerilimin ustası Patricia Highsmith, bu kez bizi bir kadın düşmanının zihninde yolculuğa çıkarıyor. “Kusursuz küçükhanım”dan “kadın romancı”ya, “dansçı”dan “koket”e, bu koleksiyonun parçası olan on yedi kadının her biri kendilerine biçilen basmakalıp rollere karşı koyuyor ve bu boğucu dünyayı yıkmak adına hem kendilerini hem de çevrelerindeki erkekleri felakete sürüklemekten çekinmiyor.

Highsmith, sıradan olduğunu düşündüğümüz hayatların gizlediği acayiplikleri ve vahşilikleri bu kez bir fabl yazarının yalın ama ironi dolu diliyle anlatıyor. The Guardian eleştirmeninin de söylediği gibi: “Bu kitabın amacı kadın düşmanlarına bir ders vermek değildir, tam tersine bir kadın düşmanına doğum günü armağanı olarak verilebilecek nitelikte bir gerilim yapıtıdır.

HAFIZA HAKKINDA BİR KİTAP-DENİZATLARIYLA DALMAK – HILDE  ØTSBY ve YLVA ØTSBY

Hafıza Hakkında Bir Kitap: Denizatlarıyla Dalmak

Biri romancı ve diğeri nöropsikolog iki kardeş Hilde Øtsby ve Ylva Øtsby’nin okuru beyinde denizatı şeklinde kıvrılmış duran hipokampüsten başlayarak hafızanın derinliklerine yolculuğa çıkarttıkları kitapları Hafıza Hakkında Bir Kitap – Denizaltlarıyla Dalmak, Haydar Şahin’in Norveççe aslından çevirisiyle Kaplumbaa Kitap etiketiyle yayımlandı.

​Kitap, hafızanın arkaik tarihinden günümüzdeki deneylere kadar yapılan araştırmaları sunuyor. 1564 yılında Bolonya’da cerrah Julius Cæsear Aranzi yakınlardaki morgdan bulduğu grimsi, yamru yumru beyni araştırırken derinlerde bir parça buluyor. Bunun ne işe yaradığını bilmiyor ancak ona Antik Yunan’da açık denizde yaşadığına inanılan yarı at, yarı deniz canavarı olan Hipokampüs hayvanının adını veriyor. Hipokampüsün ne işe yaradığı ise Aranzi’den ancak 400 yıl kadar sonra 1953’te aydınlanıyor. Tıpkı denizatlarının yavruları başlarının çaresine bakana kadar onların üzerine kuluçkaya yattığı gibi hipokampüs de anılarımızın üzerine kuluçkaya yatıyor. Anılarımız kendi başlarına var oluncaya kadar onları koruyor.

CAROL GÖMÜLMEDEN – JOSH MALERMAN

Josh Malerman’dan “Carol Gömülmeden”

Josh Malerman’ın Uyuyan Güzel masalı ile Vahşi Batı öykülerini ustaca harmanlayan gerilim dolu romanı Carol Gömülmeden, İthaki Yayınları etiketiyle yayımlandı.

​Aslı Dağlı’nın çevirisini yaptığı roman, fantastik ögelerle bezeli gerilim dolu bir hikâye sunuyor. Carol Evers’ın karanlık bir sırrı vardı. Bazen komaya giriyor ve komaya girdiğinde bir ölüden farksız oluyordu. Nabzı ve kalbi duruyor, nefes aldığı belli olmasa da bilinci asla kapanmıyordu. Ancak doktorlar bile onun öldüğünü düşünüyordu. Bu sırrı bilen iki kişiden biri olan ve ondan kurtulup servetine konmak isteyen kocası, Carol komaya girdiğinde onu diri diri mezara gömmek için yaptığı planı hayata geçirmeye koyulur. Komadaki Carol çevresinde olan her şeyi duyup hissederken, Harrows adlı kasabada cenaze hazırlıkları başlar. Bu sırrı bilen diğer kişi, Carol’ın eski sevgilisi, meşhur kanun kaçağı James Moxie ise haberi aldığında Carol gömülmeden Harrows’a yetişmek için yola çıkar. Tehlike ve gizemle dolu Yol’da yolculuk ederken eski düşmanlarla, ürkütücü varlıklarla ve peşindeki kiralık katillerle başa çıkmak zorundadır.

DÜNYA İLE DEVLET ARASINDA TÜRK MUHARRİRİ – TUNCAY BİRKAN
Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri
Tuncay Birkan’ın Cumhuriyetin erken dönemlerinde yazarların devlet ve piyasa karşısındaki tutumlarını ortaya koyduğu çalışması Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri, Metis Kitap etiketiyle 25 Ocak’ta raflardaki yerini alacak.

Birkan, 1930-1960 yılları arası çıkan gazete ve dergileri tarayarak, kitaplaşmadan, okura sunulmadan kalmış satırlar arasında gezerek Refik Halid, Peyami Safa, Halide Edip, Necip Fazıl, Nahid Sırrı, Nurullah Ataç, Sabiha Sertel gibi yazarların tutumlarını okurla paylaşıyor.

“Geçmiş, olgulardan oluşan statik ve tamamlanmış bir tablo değil, hem olguları hem de olgulara dair yorumları içeren, belli perspektiflerden, belli değer yargılarını öne çıkararak bakıldıkça sürekli değişen ve hep bir yerleri soluklaşıp silindiğinden asla tamamlanamayacak hareketli bir resimdir. Aynı şey geçmişten tevarüs edilen miras için de geçerli,” diyerek yola çıkan Birkan, “geçmişe bakışımızı taşlaştıran, orada sadece yeknesak bir çoraklık, devasa bir çöl gören toptancı perspektiflerin hegemonyasını sarsmayı”, “yeni kuşak okurlarda, kendi acılı ve kasvetli tarihimizden işlenebilecek bir mirasın tohumlarını bulma arzusunu kışkırtmayı” hedefliyor.”

tr_TRTurkish