Haftanın Kitaplığı – 19.02.2018

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.

KENDİNE AİT BİR KALEM-KADIN YAZINI ÜZERİNE – NİL SAKMAN

Kadın Yazını Üzerine: Kendine Ait Bir Kalem

Nil Sakman’ın neredeyse yok sayılan ve Kanon dışında bırakılan Kuruluş Dönemi kadın yazınını derinlemesine ele aldığı kitabı Kendine Ait Bir Kalem – Kadın Yazını Üzerine, İthaki Yayınları etiketiyle yayımlandı.

​Batı edebiyatından kadın yazarların eserlerinin de incelendiği çalışmada iktidar ve toplumsal cinsiyet rollerinin edebiyatta nasıl tezahür ettiği, deneyim ile edebi üretim arasındaki çetrefil ilişkinin “yazan kadın” bağlamında ne anlama geldiği ve erk olanın “meşru” ve “nitelikli” alanı işgalini mümkün kılan pratikleri disiplinlerarası bir anlayışla inceleniyor. Kadın yazınının, bu “meşru” ve “nitelikli” alanın neresinde olduğuyla ilgili derinlemesine bir tahlil yaparken olması gereken yeri ve engelleri belirtmekle kalmıyor; “erkekegemen” üslup ve yazınla belirlenen sınırları aşındırma yollarını sunuyor. Bunu özellikle Kuruluş Dönemi yazarlarının eserlerinden örneklerle gerçekleştiriyor.

GÖKTEKİ BÜTÜN KUŞLAR – CHARLİE JANE ANDERS

Locus En İyi Roman Ödülü , Nebula En İyi Roman Ödülü ve Crawford En İyi Roman Ödülü sahibi..
“Tekinsizi böylesine özgürce, büyük fikirleri böylesine harikulade işleyen Rüyanın Öte Yakası ve Bulut Atlası gibi başyapıtların arasına bir yenisi daha eklendi.” –Michael Chabon
“Muhteşem bir roman. Büyü ve teknolojinin, neşe ve hüznün, romantizm ve bilgeliğin olağanüstü bir sentezi. Kesinlikle okunmalı.” –Lev Grossman
“Bilimkurgu-fantazi dünyasının her kuşağında usta bir absürdist bulunuyor. Gökteki Bütün Kuşlar’da ispat ettiği üzere, 1980 kuşağınınki de Charlie Jane Anders. Kesinlikle öneririm.” –N.K. Jemisin
Kuşlarla konuşabilen ve kendisine cadı diyen küçük bir kız ile zamanda iki saniye ileri gitmeyi sağlayan bir zaman makinesi icat eden, bambaşka diyarların hayalini kuran küçük bir oğlanın kesişen yolları; doğanın insanlarıyla bilimin insanları arasında büyük bir savaşı, insanlığın yıkımını ve nihayetinde kıyameti başlatıyor.
Patricia Delfine diğer insanlardan farklıydı. Doğanın dilini, gökyüzündeki bütün kuşların ne söylediğini anlayabiliyordu. Gençlik yılları, içindeki doğaya kaçma ve cadı olma arzusu ile bulunduğu yere ait olmadığı hissi yüzünden ailesi ve okuldaki diğer çocuklar tarafından baskı ve zorbalığa uğrayarak geçmişti. Herkes ondan uzak duruyordu, bir kişi dışında: Laurence Armstead.
Laurence Armstead yaşına göre fazla zeki bir çocuktu. İki saniyelik, hiçbir işe yaramadığını düşündüğü bir zaman makinesi icat etmiş, çocukluğu ailesi tarafından ihmal edilerek ve ergenliği de okuldaki zorbalar tarafından itilip kakılarak geçmişti. O eve, o aileye, o okula ve insanların arasına ait olmadığının farkındaydı.
Ve toplumdan dışlanmış iki sıra dışı çocuğun yolları bir tesadüf sonucu kesişirken dünyanın sonunu şekillendiren kader ağlarını örmeye başlayacaktı. İşinin ehli bir suikastçı, Laurence’ın dolabının içinde yarattığı bir yapay zekâ, tek sözcükle insanları lanetleyen cadılar ve büyücüler, başka gezegenlere açılacak kapılar inşa eden bilim insanları…
Belalar ve mucizelerle dolu hikâyelerini başlatan o küçük tesadüf onları bir kere buluşturduktan sonra hayat –belki büyü belki de bilim– Patricia ve Laurence’ı tekrar tekrar karşılaştırmaya devam edecekti, onlar tek bir şeyi anlayana dek: Aralarında yok edilemez şeyler olduğunu.

SANAT TARİHİNDE AŞIKLAR – AGATA TOROMANOFF

Sanat Tarihinde Âşıklar

Sanat tarihçisi Agata Toromanoff’un kimi mutlu kimi mutsuz, ama hepsi efsaneleşmiş ve birbirinden başarılı sanatçılar sayesinde ölümsüzleşmiş âşıkların evrenine davet ettiği kitabı Sanat Tarihinde Âşıklar, hep kitap etiketiyle yayımlandı.

Âdem ile Havva, Dido ile Aeneas, Dante ile Beatrice, Romeo ve Juliet, Tristan ve Isolde, John Lennon ve Yoko Ono… Kimi mitolojik hikâyelerin sınırlarını aşıp herkesin ilham kaynağı olmuş, kimi kavuşamayıp aşkını bir ömür saklamış, kimi kavuşup dünyanın en mutlu çiftleri arasına adını yazdırmış. Ama hepsi birbirinden başarılı sanatçılar sayesinde ölümsüzleşmiş. Ayşegül Gürsel Duyan tarafından dilimize kazandırılan bu kitapla Toromanoff, tablolara, heykellere, fotoğraflara konu olmuş bu çiftlerin özel evrenine davet ediyor okurunu.

GENÇ YAZARLAR İÇİN HİKAYE ANLATICILIĞI KILAVUZU – CELİL OKER

Hikâye Anlatıcılığı Kılavuzu

Polisiye edebiyatın usta kalemlerinden Celil Oker’in “Yaratıcı Yazarlık Teknikleri” eğitimlerindeki deneyimini genç yazar adaylarıyla paylaştığı Genç Yazarlar İçin Hikâye Anlatıcılığı Kılavuzu isimli kitabı Altın Kitaplar etiketiyle yayımlandı.

​Anlatacak bir hikâyeniz var ama sözcük denizinde nasıl ilerleyeceğini bilmeyen bir kaptan gibi mi hissediyorsunuz? Ya da bir yol haritasına mı ihtiyacınız var? Yoksa yazarlığın doğuştan gelen bir yetenek olduğunu mu düşünüyorsunuz? Celil Oker, tüm bu sorulara cevap verirken, doğru bir yöntemle çalıştığınızda yazının o büyülü dünyasına pekâlâ girebileceğinizi, yazarlığın doğuştan kazanılan bir yetenek olmadığını söylüyor. Olay örgüsü, karakter yaratmak, çatışma, diyalog ve üslup gibi kurmacanın temel öğelerinin örneklerle anlatıldığı kitapta hikâye anlatma sanatının incelikleri gösteriliyor, işin püf noktalarını ve bu alanda sık yapılan yanlışlara dikkat çekiliyor.

ÇİNKO ÇOCUKLAR – SVETLANA ALEKSİYEVİÇ

Aleksiyeviç'in Çinko Çocukları

2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in SSCB-Afgan Savaşı sırasında ve sonrasında yaşananlara dair etkileyici sözlü tarih çalışması Çinko Çocuklar, Kafka etiketiyle yayımlandı.

Çinko Çocuklar’da Aleksiyeviç 1979 ile 1989 arasında on yıl kadar süren, Sovyetler Birliği’nin çöküşündeki en büyük etkenlerden biri olan ve 15.000’e yakın Sovyet askerinin ölmesine, on binlercesinin yaralanmasına, Afganistan tarafında da çok büyük kayıplara yol açan Sovyet-Afgan Savaşı’nı merkeze alarak bu savaşta savaşmış 500.000’i aşkın Sovyet keşif erinin, piyadenin, pilotun, subayın, cephe gerisindeki hastanelerde görev yapmış cerrahların, hemşirelerin bireysel tanıklıklarına ve savaş tüm hararetiyle devam ederken Sovyetler’de evlatlarının, babalarının, eşlerinin sağ salim geri dönüşünü hasretle beklemiş olan annelerin, eşlerin, evlatların acılarına, trajedilerine ses veriyor. Eserin son kısmındaysa, Aleksiyeviç bu kitap yüzünden “onur ve haysiyetlerinin” hakarete uğradığını söyleyen tanıklarının sonradan kendisi aleyhinde açtığı davadan çarpıcı bölümler sunuyor. Çinko Çocuklar savaşın sayılardan ibaret olan “kayıplarını” birer birey olarak; hayalleri, ümitleri, sevenleri, sevdikleri olan bireyler olarak tekrar ortaya çıkarırken, yurtlarına çinko tabutlarda gönderilmiş olan “kahramanlara” insanlıklarını geri veriyor.

​İsveç Akademisi, Svetlana Aleksiyeviç’e Nobel Ödülü verdiğinde yazarın “yeni bir edebi tür” yarattığını belirtmiş, eserlerini de “duyguların ve ruhun bir tarihi” sözcükleriyle betimlemişti. Aleksiyeviç uzun bireysel monologları farklı seslerin duyulduğu bir kolaja dönüştüren özgün dokümanter tarzıyla, kendilerine nadiren konuşma fırsatı verilen, yaşantıları da çoğu zaman ülkenin resmi tarihine karışarak yitip giden sokaktaki insanların hikâyelerini kayıt altına alıyor.

MEMNU MINTIKA – ENİS BATUR

“Edebiyatımızda eşine benzerine rastlanmamış bir ‘kendini gözünün önünden ayırmama’ kalkışımı. Tanpınar, o, ayna görür görmez yüzüyle gözüyle oynaşan adam, defterini açtığında beyaz duran zeminini mürekkep lekeleriyle karartıyor, bundan önemlisi bakışına yer etmiş, karamsar mercekle aynayı, Mallarmé’nin sözünü ettiği yansıtıcı siyah mermere dönüştürüyordu.”

tr_TRTurkish