Bir Beyoğlu Efsanesi: Orhan Kocataş

Uzun bir meslek yaşamına nasıl başlanır? Ya özenle programlanmış bir eğitim süreci ve planlamalarla ya da çoğu kez olduğu gibi küçük tesadüfler vasıtasıyla. 18 yaşında bir lise talebesi için durum tamamen bir tesadüf üzerinden şekillenmiştir. Günün birinde okul çıkışında ziyaret için abisinin müdürlüğünü yaptığı gece kulübüne uğrar. Abisi bir işinin olduğunu söyleyerek ‘şu kapıda biraz dursana’ der ve uzaklaşır. Hemen oracığa ders kitaplarını bırakarak adeta bir bodyguard edasıyla kapıda dikilmeye başlar, Kasımpaşa ve Tarlabaşı’nda büyümenin kendine verdiği bir güven de vardır tabii. Ele avuca sığmayan bir kişiliğe sahiptir. Bir süre daha kapıda durmaya devam eder, henüz abisi gelmemiştir ki kapıda bir olay çıkar ve iki kişiyi feci şekilde hırpalar. Bu gelişme kulübün patronunun dikkatini çeker, 18 yaşındaki delikanlının kapıdaki tavrı patronun hoşuna gitmiş olacak ki abisine dönerek, ‘Kardeşini hafta sonları getirsene burada çalışsın, beş lira da yevmiye veririz’ der ve belki de bilmeden uzun bir sürecin temelini atmış olur. Beş lira o dönem için fena bir para değildir özellikle de o yaşta bir lise talebesi için. Artık hafta sonları kulübe gitmeye başlar ve kısa sürede benimser işini.

Yıllar ilerledikçe sırasıyla Roxy, Modül, Airport, Juliana’s, Kabare 33 gibi kulüplerde çalışmaya başlar. O dönem Beyoğlu’sunun en hızlı ve gözde mekanlarıdır buralar, ayrıca Talimhane çevresinin de yavaş yavaş canlanmaya başladığı dönemlerdir. Bundan önce oto yedek parçacılarının toplandığı bir bölgedir, eğlence hayatından bahsetmek mümkün olmadığı gibi insanların belli saatlerden sonra ayak bile basmadığı yerlerdir, ne zaman ki 14 açılır, Talimhane’de değişiklikler başlar. Ali Poyrazoğlu’nun sahibi olduğu Yeşil Kabare’nin açılmasıyla tiyatrocular, sinemacılar buraya rağbet etmeye başlar. Twenty açılır, insanlar akın akın gelmeye başlar. Kutu diye bir mekan açılır, ardından Taksim Night Park. Artık bambaşka bir Talimhane oluşmuştur. Günün birinde Kabare 33’te çalışırken Twenty, 14 ve 2019’un sahibi Ceylan Çaplı tarafından keşfedilir ve 14’ün güvenliği olarak çalışmaya başlar, daha sonra da Twenty’nin güvenliği olur. Bu mekanlar Talimhane’de daha çok sosyete camiasının benimsediği eğlence yerleridir ve bu sayede sosyeteye de giriş yapmış olur. Birçok insanla tanışma fırsatı bulur, sempatik bir adam olduğu için de çok sevilmeye başlar, insanlar onu benimsemiştir artık.

Bu süre zarfında mesleğinde olgunlaşmaya başlar ve aslında işin adam dövmek olmadığını kavrar, her türlü konuda yapıcı ve ikna edici olmanın mesleğine ve kendine olan faydalarını görür, gözlemci yapısı sayesinde bu tecrübeyi kazanması çok da fazla sürmez. İyi ve temiz görünmeye çok önem verdiği için kazandığı paranın çoğunu kıyafete yatırır. Bu, aynı zamanda kendine ve mesleğine verdiği saygının da bir göstergesidir. Artık Taksim hayatının en önemli parçası olmuştur, uzun yıllar kopamayacağı bir parçası.

Eski Tarlabaşı’nda büyüdüğü yıllarda Rum ve Ermenilerle iç içe yaşandığı için aile terbiyesini büyük ölçüde onlardan almıştır. Ama onun da öncesinde 14 yaşına kadar Sarıyer’de kimsesizler yurdu ve Çayırbaşı’nda çingene bir ailenin yanında büyümüştür. Bu yüzden hayatı boyunca kendini çingene zannetmiştir, orada o kişilerin yanında büyüdüğü için gururlu ve mutludur. 5. sınıftayken ilkokul müdürü sen çingene değilsin, sen aslında Samsun’lusun der ve uzatıp yapraklı nüfus kağıdını gösterir. Orhan Kocataş, Doğum Yeri: Samsun, Çarşamba, Ayvacık, Ana adı: Gül, Baba adı: Niyazi. Ta ki yıllar sonra 17 yaşındayken kendini araştırmak için Samsun’a gidip amca ve dayılarını bulur.

1984 senesinde askerdeyken babasının dayatmasıyla bir evlilik yapar. Babasına karşı büyük bir sevgi ve saygısı olduğu için karşı gelemez. Ama mutluluğu da bulamaz. Mutluluğu küçük şeylerde arar, zaten hayat felsefesini kurduğu temellerden biri de bu bakış açısıdır. Çoğu zaman kapılarda bulur mutluluğu, dostluklarda, arkadaşlıklarda, yapılan birkaç hoş lakırtıda, bir çay veya kahvenin sıcaklığında. Aslında mutluluğu yine insanın kendisinin yarattığına inanır.

Belki de rock müziğin en hızlı dönemleridir, Beyoğlu’nda bir dönüşüm başlamış ve irili ufaklı birçok rock bar açılmıştır. Galata köprüsü yangınından sonra Kemancı Sıraselviler’e taşınmıştır. Eski ve Yeni olmak üzere Kemancı dönemi başlar 1993’te. Hayatındaki en büyük dersleri aldığı en köklü değişiklikleri yaşadığı yerdir orası. İstanbul’un her köşesinden insanlar orada buluşmaya başlamıştır, köprü altında başlayan ruh artık Taksim’e taşınmıştır. Sadece İstanbul’dan değil çevre illerden de orada sahne alabilmek için birçok yeni, amatör ve yetenekli grup Kemancı’ya akın ediyordur. Orada kısa sürede insanların Orhan abisi, Orhan babası olur. Bu imaj iyice oturur ve herkes tarafından yakıştırılır da doğrusu. Aslında Kemancı’da çalan müzik türleri dinlediği türler değildir, daha çok Türk Sanat Müziği ve Arabesk dinliyordur. Tarz olarak da birebir onu yansıtan bir yer değildir ama bir süre sonra kendine yakın hissetmeye ve benimsemeye başlar. Rock müziği ve birçok efsane müzik grubunu bilmezken hepsini öğrenmeye başlar, hatta görünümüne de yansır, saçı, sakalı değişir. Lacivert takım elbise, beyaz gömlek, belde iki silah ile gezen adam, dövmeler ve küpelerle bambaşka bir tarza dönmüştür. Bu ruhu sevip daha mutlu olmuştur, eski arkadaşları eleştirse dahi kendine yakıştırmıştır. 16 yıl aralıksız sürer Kemancı yılları, iyice özdeşleşir ve sembolleşir Beyoğlu ve Kemancıyla.

Bu süre zarfında yine Beyoğlu’nun klasik mekanlarından biri olan Kaktüs’te de takılmaya başlamıştır. Daha çok yazar, çizer ve her türlü sanat dalıyla uğraşan, bu işlerle kafa yoran kişilerin uğrak yeridir Kaktüs. Onlarla sohbet etmeye ve birçok bilgi paylaşımında bulunur, daha önce çok da ilgisi yokken kitap okumaya ve çeşitli sanat dallarıyla ilgilenmeye başlar. Girdiği her yerde olduğu gibi bu çevrede de herkesin güvendiği ve dostluğunu kazandığı bir isim olur. Aynı zamanda birçok yazarın mahkemelerine gidip güvenlik yapar, bu konuda da tercih edilen ve akla ilk gelen isim olur.  Bir anda kendini başka bir dünyada bulur ve geliştirir. Evinde geniş bir kitap ve klasik müzik arşivi oluşturmaya başlar.

Kemancı döneminde Leman dergisi yazarlarıyla da tanışıklığı olmuştur. Bunun da vesilesiyle yazdıklarını yayınlatma fırsatını yakalar. Şiir yazdığı bir köşesi olur, kısa aşk hikayeleri yazmaya başlar. Bir süre sonra Anadolu’nun her yerinden okur mektupları gelmeye başlamıştır. Bir bodyguardın böyle bir konuyla uğraşması, hayatın bu duygusal alanında da bir şeyler sergilemesi insanların dikkatini çekmiş ve hoşuna gitmiştir. Cem Yılmaz, Selçuk Erdem, Ahmet Yılmaz, Erdil Yaşaroğlu, Aslan Yıldırım gibi derginin ileri gelen yazar çizer kadrosuyla samimi olmaya başlar. Her pazartesi yazı günüdür ve yeni hikayeler bulmak için dışarıya çıkılır. Böyle gecelerin birinde İstiklal Caddesi’nde dolanırken bir çift dikkatini çeker, önce kadın sandığı kişinin hafif sakalları da çıkmış bir travesti olduğunu fark eder. Çoğu kişinin belki de önyargıyla karşılayacağı bu tablo, kucağında bir dolu papatya ile sevgilisinin eline sımsıkı sarılmış iki aşık gibi dolaşıyor olmaları onda bir hayranlık yaratır, buradan bir hikaye çıkacağını düşünerek Tarlabaşı’ndaki evlerinin önüne kadar takip etmeye başlar. Evlerinin önüne geldiklerinde yaklaşır ve kafasındaki fikri anlatarak sohbet etmek istediğini söyler. Bir yaz akşamı demlenen çayın eşliğinde hikayelerini dinler ve ardından kısa bir aşk hikayesi yazar. Bu hikaye çok ses getirir, ‘Sen adam dövecek değil böyle hikayeler yazacak adamsın’ gibi tepkiler alır.

Orhan_Kocataş

Bu sıralarda Cem Yılmaz ile de çalışmaya başlar. Birçok turnesinde özel korumalığını yapar. Hem çeşitli şehirlerde farklı insanlarla olan birebir münasebetleri hem de tatlı sert üslubu sayesinde birçok keyifli anıları olur. Dört beş sene Cem Yılmaz ile çalışır, aynı zamanda dört sene boyunca BKM’de de çalışır, Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ gibi isimlerle iyi ilişkiler kurar. İzel, Sertab Erener, Demir Demirkan ve Nil Karaibrahimgil gibi müzik camiasındaki birçok kişinin özel koruması olur. Bunun yanı sıra sinema sektöründe de irili ufaklı rollerde oynama şansı yakalar. Kutsal Damacana, Kesişme, Murat Şeker’in filmi İki Süper Film Bir Arada rol aldığı filmler olarak yerini alacaktır hayatının bir köşesinde.

Kemancı’dan ayrılmadan bir ay önce Jolly Joker ile bir görüşme yapar, yapılan iş teklifini kabul eder ve uzun seneler aynı mekanda güvenlik müdürlüğü görevini başarıyla yerine getirir.

“Bir oğlum var 28 yaşında, milli boksör. Benim mesleğimi seçsin ister miyim, hayır. Çünkü yeni nesil bu mesleğe bizim baktığımız gözle bakmıyor. Vücut geliştirip çoğu zaman sadece ego tatmini için duruyorlar kapılarda. Bir saat sonra başlarına ne gelebileceğini hesaplayamıyorlar. Tamam, bu bir meslek ama bu mesleği de adabıyla ve usulüyle yönlendirmek de insanın kendisinin elinde. Bu iş yurt dışında bu kadar ayaklar altında değil. Biz önce şunu ayırt edemiyoruz; doorman; kapı güvenliği, security; gece kulübü ve alış veriş merkezi gibi kalabalıkların olduğu mekanların güvenliği, bodyguard ise kişiye özel birebir yapılan koruma işidir. Bu mesleği yapacak kişilere özellikle psikoloji dersi vereceksin. Askerden gelmiş, yirmi iki yaşında ruh sağlığı yerinde olmayan bir gence özel güvenlik sertifikası verip asgari ücret ile işe başlatırsan bir şeyler hep eksik kalacaktır. Bu meslek özellikle insanlar konusunda yanılmayı kabul etmez. Sevgi, saygı ve şevkat en önemlisi. Sen insana nasıl yaklaşırsan öyle karşılık alırsın, ayrıca kimin ne olduğu belli değildir, benim felsefem budur. Ben iki kere yanıldım ve ikisinde de kurşunlandım. Kapıda adamı rencide etmeyeceksin, bu benim meslek adabıma hiç uymayan bir durumdur. Kimseyi dış görünüşüne göre yargılamayacaksın. Müşteriyi önce kapı çeker, diyalog önce benden başlar, müşterinin ilk gördüğü insan benim, inisiyatif bendedir. Taksim’in müşterisi apayrıdır. Biz 90’larda özellikle Kemancı’da, o kadar güzel insanlarla tanıştık ki, o kadar güzel bir müşteri profili vardı ki, günümüzde müzik anlayışının, mekan sahiplerinin anlayışının değişmesiyle mekanlar kötüleşti ve o profil de değişti. Geçen yıllar süresince düşmandan çok dostum olduğunu biliyorum. Sinema, müzik, tiyatro camialarından birçok tanıdığım oldu. Benim için mekanlara gelenler oldu, müşteriler, çalışanlar, müzisyenler dahil hepsinin Orhan abisi oldum. Örneğin, uzun zamandır Özlem Tekin ile görüşemiyorduk, çalıştığım yere geldiğinde bir anda sarıldık ağladık, Şebnem Ferah’ın fotoğraf çekiminde karşılaştık ve bir duygusallık yaşandı. Sonuçta geçen onca senede beraber büyüdük. Teoman, Haluk Levent gibi rock camiası içindeki herkesle abi kardeş gibi olduk, bundan da hep büyük bir mutluluk ve haz aldım. 30 yılı aşkın bu mesleğin içinde iyi kötü, artı eksi güzel bir isim yaptım, olduğum gibi, iyi ve dürüst ilişkiler kurdum. Evimle çalıştığım yer arası yürüyerek on dakika uzaklıkta ama ben selamlaşmaktan, sohbet etmekten günü geliyor evime iki buçuk saatte gidebiliyorum.

_SDA3163_

Beyoğlu’nda eğlence anlayışı çok farklıdır, gün içinde iki milyon insan gezinirken hafta sonu bu on milyona kadar çıkabiliyor. Her kültürden insana rastlamanız mümkün. Günde 14-15 saatim geçiyor İstiklal Caddesi’nde. Sabah 10’da uyanırım, caddeye çıkarım, kahvemi içer insanları seyrederim çünkü gün geçtikçe insanlar değişiyor, nesil değişiyor. Beyoğlu’ndaki mekanların ve ara sokakların yeni ve daha düzenli bir yapılanmaya gitmesi lazım. Evlerin restore edilmesi ve caddedeki mekanların düzenlenmesi gerekiyor. Sağlıksız ve her akşam bir olayın çıkabileceği potansiyele sahip yerler var, bu yüzden insanlar Taksim’den çekinebiliyorlar. Mekan sahiplerine de çok iş düşüyor, tamam para kazanacaksın ama sunumun kalitesine de özen göstereceksin. Örneğin ilk iki sene sabredeceksin, bunun ilk senesi deneme ikinci senesi müşteri profilinin oturması için gerekli olan zamandır. Buna uymadığında genellikle iki sene sonra yok olursun piyasada. Örneğin Kemancı’ya Avustralya’dan müşteri gelirdi, adam uçağa atlayıp ayda bir kere geliyordu.

Beyoğlu benim hayatımın çok önemli bir parçası ve onun için de elimden geleni yapmaya çalıştım her zaman. Tinerci çocuklar bu semtin bir gerçeği, sekiz sene Bakırköy’deki rehabilitasyon merkezine gidip onlara ders verdim, onlarla yattım, onlarla kalktım. Kabataş’ta virane bir evde onlarla bir ay yaşadım, bitlendim, sırf ruhsal durumlarını, hayata nasıl baktıklarını anlayabilmek için. İki tanesini yetiştirdim de, evlendiler, barklandılar, bu konuda da çok mutluyum.  

Dünyada Beyoğlu,  İstiklal Caddesi gibi bir yer yok bence, yirmi dört saat yaşam var bu caddede, her türlü yaşam, her türlü insan bir arada. Herkes aynı çatı altında. Bir tarafta rock barlar, türkü barlar, diğer tarafta travestiler ve gay barlar. Başkent Beyoğlu’dur bence. İstanbul’da yaşayacaksam Beyoğlu’ndan başka bir yerde yaşamam ama onca yıldan sonra artık kapıları bırakmayı düşünüyorum, yaşım ilerledi ve bıkmaya başladım. 50’li yaşlarında bir insanım ve ömrümün yarısından çoğu buralarda geçti. Uzak diyarlara, kimsenin beni tanımadığı yerlere gitmek istiyorum. Memleketime yatırım yapıyorum. Artık köy hayatı istiyorum, çocuklarımla olayım, balık tutayım, ekmeğimi yapayım, seyahat edeyim istiyorum.”

Fotoğraflar: Seda Açıkoğlu

tr_TRTurkish