Ben Harper, Uzun Yollar ve Güneş Mevsimi

Doksan altı yılını nihayetlendirecek kış günlerini yaşıyoruz. Güzel bir evde sağlam da bir kadroyla klasik laflamalarımızın yaşandığı ve müzik yoğun bir akşamın sonundayız. Gece boyunca defalarca dinlenen ve  geceye damga vuran ‘Fight for Your Right’ cd’sini alıyorum. Biraz esir alacağım bunu, kasete kaydeder bir dahaki sefere getiririm.

Ben Harper ile hatırladığım ilk tanışmam böyle oluyor ve devamı da bir şekilde yürüyor.

Baharın ardından göz kırpan yaz mevsimi için her sene olduğu gibi ucu açık planlar yapılmaya başlanıyor. İki ya da üç kişilik bir ekiple ülkemizin müstesna güney bölgelerinde müzik yapabileceğimiz bağlantıları kurcalıyoruz. Bir teklif bile almıştık fakat her zaman yedekli olmakta da fayda vardı ki kaygan zeminlere sahip bu işlerde pratikte uygulamaya koyacağın seçeneklerin olmalıydı.

Mayıs sonu aşağılara inmeye başladığımızda rota belirlenmişti. Kalkan ardından olası Bodrum. Fakat bir süre sonra işin bahsettiğim kaygan zeminler esası işlemeye başladığında yol haritasında değişiklikler de kaçınılmaz olmuştu.

Birçok can sıkıntısının, inişli çıkışlı ruh hallerinin yanında eğlenceli zamanlar, iyi programlar ve toplamında da aslında bir tutam tecrübeyle yola devam etmiştik.

Bütün o yol maceraları boyunca kulaklıkta dönüp duruyordu Ben Harper. Ben bir yandan ‘Fight for Your Right’ı hatim ederken bir sonraki albüm ‘To Will to Live’ yayımlanmıştı. Benim için bütün o yazın ve yol çizgilerinin  fon müziği Ben Harper’ın ellerinden çıkmıştı adeta.

İstanbul’a döndüğümde uzun zaman geçmiş ve kadroyla geçirilecek iyi bir gecenin de vakti gelmişti. Ben Harper’ın yenisi de dahil birçok farklı müzik dinlediğimiz bir gece. Özlemiştim bunu da. Yeni albümü de oldukça fazla döndürmüştük sohbet esnasında. Akşamın sonunda bir süre alıyım bu cd’yi diyerek kalktığımda, daha diğer aldığını getirmedin, yapma ya! Tamam ikisini de getiriyorum haftaya.

Ben Harper üretkenliği ekip çalışmasında yakalayanlardan. Bu on üçüncü albümü ve ‘The Innocent Criminals’ ile yaptıkları da üçüncü çalışma. 1999 yılında ki ‘Burn To Shine’, 2007’de çıkan ‘Lifeline’dan sonra yine aynı ekiple gelen ‘Call It What It Is’.

Ben Harper’ın kendine has bir blues-rock tarzı olduğunu düşünmüşümdür her zaman. İçinde Reggea izlerine de rastlayabilir yeri geldiğinde kendinizi ‘The Beach Boys’un sörf alemlerinde de bulabilirsiniz. İşin rock n’roll kısmını da ihmal etmeden. Protest olduğunu hissettirirken bunu slide gitarların anlatımından geçirmeyi de iyi becerir.

Albüm yayımlanalı çok kısa bir süre olmasına rağmen çoğu şarkı nazarımda güzel yerlere oturdu bile. Belki sevdiğimiz isimlere çabuk ısınabildiğimizdendir, bilemem.

‘How Dark Is Gone’ı şöyle en başa yazmak istiyorum. Bazı şarkılardan ayrılmak zor olur ve sonrasında da kafanızda defalarca döner ya, tam da öyle. Fakat albümde devamı da var, yani oldukça verimli bir dinleme süreciyle başbaşayız. ‘Deeper And Deeper’ ardından blues sularnda nefes alan ‘Call It What It Is’, ‘Pink Baloon’ albümün Reggea temsilcisi ‘Finding Our Way’, köklere de işaret eden ‘Dance Like Fire’ ve kapanışı neredeyse Procol Harum’un meşhur ‘A Whiter Shade of Pale’i tadına taşıyan ‘Goodbye To You’ albümde defalarca dinlenilecekler arasında.

Ben Harper, The Innocent Criminals ile birlikte bugüne kadar yaptığı müziğin ve işin kolektif halinin nasıl da keyif verdiğini bir kez daha gösteriyor.

Baharın ardından göz kırpan yaz mevsimi diyordum da evet, bu güneş mevsimini ve olası yol deneyimlerini de Ben Harper’sız geçirmemekte fayda var. En azından ben öyle yapacağım, size de öneririm.

tr_TRTurkish