205
Views

Bazen bir filmi tamamen değiştirmek için tek bir sahnenin çıkarılması yeterlidir. Ancak yönetmenler, bir zamanlar filmin başarısı için kritik öneme sahip olduğu düşünülen sahneleri de sık sık kesmek zorunda kalırlar veya buna zorlanırlar. Bu görünüşte küçük değişiklikler, kaçınılmaz olarak bu klasik filmlerin sinematik seyrini değiştirdi.

İşte klasik filmlerden kesilmiş etkileyici 7 sahne:

The Shining (1980)

Stanley Kubrick’in yönettiği The Shining (Cinnet) aslında filmin anlatısını tamamen değiştirecek bir epilog sahnesi içerecek şekilde tasarlanmıştı. Stephen King’in romanda yazdığı sonu reddeden Kubrick yapım süreci boyunca filmin artık ikonik hale gelen final sahneleri konusunda kararsız kaldı.

King’in hikâyesinde Jack (filmde Jack Nicholson tarafından canlandırılır), oğlu ve eşinin kaçmayı başarmasının ardından Overlook Oteli’nde çıkan bir yangında ölür. Kubrick bu sonun sinemada iyi işleyeceğini düşünmedi ve farklı alternatif finaller üzerinde kafa yormaya başladı; bunlardan biri de Jack’in oğlu Danny’nin ölmesi fikriydi.

Tüm titizliği ve detaylara olan takıntısıyla tanınan Kubrick filmin sonunun mantıksal olarak anlamlı olmasından ziyade seyircide en güçlü duygusal etkiyi bırakacak sahneyi bulmaya odaklanmıştı.

Warner Bros., Kubrick’ten filmi kısaltmasını istediğinde yönetmen iki önemli sahneyi çıkardı: Bunlardan biri Jack’in otelin karanlık geçmişini anlatan “lanetli bir hatıra defteri”ni keşfettiği sahneydi. Diğeri ise Jack’in donmuş hâlde görüldüğü sahneden sonra ve 1921 tarihli gizemli fotoğrafın gösterilmesinden önce geçen, yaklaşık iki dakikalık bir hastane sahnesiydi. Bu sahnede Overlook Oteli’nin müdürü Stuart Ullman hastanede Wendy ve Danny’yi ziyaret ediyor; onlara otelde hiçbir olağandışı olaya dair kanıt bulunamadığını söylüyordu. Ardından da filmde daha önce görünmeyen bir güç tarafından Danny’ye doğru yuvarlanan o meşhur topu ona uzatıyordu.

Warner Bros. bu sonu çok belirsiz bulunca Kubrick’ten onu kesmesini istedi ve böylece son filmde görünen son tamamen yeniden şekillendirildi.

Pretty Woman (1990)

Yönetmen Garry Marshall’ın Pretty Woman filmi başlangıçta çok kasvetli bir sona sahipti. Filmin son versiyonu Julia Roberts ve Richard Gere’in karakterlerinin tekrar bir araya geldiği bir mutlu son tasvir ederken senarist J.F. Lawton’ın orijinal senaryo taslağı çok farklıydı. Bu taslağa göre Edward, Vivian’ı arabadan kovuyor, yüzüne para fırlatıyordu. Vivian bu olayın ardından parayı kullanarak Disneyland’a hüzünlü bir yolculuk yapıyor ve daha da batağa saplanıyordu. Disney projeyi devraldığında filmin daha modern ve keyifli bir peri masalına dönüştürülmesinde ısrar etti.

Film çok çalkantılı bir yeniden yazım ve ön prodüksiyon sürecinden geçti. Buna rağmen Pretty Woman eleştirmenlerden büyük övgü aldı ve gişede başarılı oldu. Sadece 14 milyon dolarlık bütçesine karşılık gişede 400 milyon dolardan fazla hasılat elde etti. Roberts’ın Pretty Woman’daki rolü onun tartışmasız kariyerinin en tanınmış rolü haline geldi. Molly Ringwald, Michelle Pfeiffer ve Meg Ryan gibi çok sayıda oyuncu bu rolü reddetmişti.

First Blood (1982)

1982 yapımı First Blood, uyarlandığı David Morrell’in 1972 tarihli aynı adlı romanına sadık kalsaydı serinin kalan dört filmi asla çekilmezdi.

Orijinal roman, Vietnam Savaşı’na ve sonrasına sinematik versiyonuna kıyasla çok daha eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıyor; hikaye, Rambo’nun TSSB kaynaklı bir saldırının ardından yetkililer tarafından vurularak öldürülmesiyle bitiyor.

Filmin versiyonu bir insan avının ardından Rambo’nun yetkililere teslim olmasını gösterirken romanın sonundaki şiddet çok daha şok edici. Film versiyonunda Rambo şiddet çılgınlığı sırasında bir polis memurunu öldürüyor; romanda ise neredeyse iki düzine insanın ölümünden sorumlu tutuluyor.

Morrell’in romanı savaşın gaziler üzerindeki psikolojik etkileri ve askerlik hizmetinin ardından topluma uyum sağlama gibi oldukça karanlık konuları ele alıyor. Ancak Stallone’nin Rambo’su iki boyutlu, seriye uygun bir kahraman. Romandan farklı olmasına rağmen yazar David Morrell filmi övdü ve Stallone’nin performansına özellikle dikkat çekti.

Little Shop of Horrors (1986)

Yönetmen Frank Oz’un, aynı adlı 1982 Broadway müzikalinden uyarladığı Little Shop of Horrors‘ın sinema uyarlaması başlangıçta kasvetli bir sona sahipti. Broadway prodüksiyonunda gösterinin merkezindeki duyarlı, etobur bitki Audrey II her şeyi ele geçirmeye başlamadan başlamadan önce kahramanları yer. Film orijinal sonuyla gösterildiğinde izleyiciler filme o kadar olumsuz tepki verdi ki prodüksiyon tüm filmi yeniden yazıp yeniden çekti.

Film 1986’da vizyona girdiğinde finalde Audrey II’nin yok oluşu ve prodüksiyonun romantik başrolleri Audrey ve Seymour’un yeniden bir araya gelmesi vardı. Çift görünüşte katil bitkiyi yok ettikten sonra evlenip banliyölere yerleşti. Film Audrey ve Seymour yeni evlerinde mutluluklarının tadını çıkarırken bahçede sırıtan ve filizlenen yeni Audrey II’nin görüntüsüyle sona eriyor. Filmin sonu Audrey II’nin çiftle henüz işinin bitmediğini ima etse de Broadway versiyonunun kasvetli, kıyametvari finalinden çok daha yumuşak.

Fatal Attraction (1987)

1987 yapımı gerilim filmi Fatal Attraction (Öldüren Cazibe)’da, New York’lu bir avukat olan Dan Gallagher (Michael Douglas), meslektaşı Alex Forrest (Glenn Close) adlı hırslı ve takıntılı bir halkla ilişkiler uzmanıyla yasak ilişkiye başlar. Kısa süren bu kaçamak sona erdiğinde Dan mutlu bir şekilde eşi Beth’in yanına döner. Ancak kalbi kırılan ve bu ilişkiyi geride bırakamayan Alex eski sevgilisini saplantılı bir şekilde takip etmeye ve taciz etmeye başlar. Olaylar giderek tırmanır; Alex ailenin evine gizlice girer ve Dan’in kızının tavşanını öldürür. Dan, Alex’le onun dairesinde yüzleşir; ikili arasında fiziksel bir kavga yaşanır. Alex’i öldürmekten son anda vazgeçen Dan sonunda yaptıklarını itiraf eder ve Beth’le barışır. Filmin doruk noktasında Alex Gallagher’ların evine girer ve Beth’i öldürmeye kalkar. Dan araya girer ve Alex’i küvette boğmaya çalışır, ancak sonunda Beth silahını alıp Alex’i vurur.

Filmin orijinal çekilen sonunda ise Alex, Dan’in cinayetle suçlanmasını sağlayacak şekilde kendini öldürür. Ancak Beth, Alex’in daha önce kaydettiği bir kaseti bulur ve bu kayıt Dan’in masumiyetini kanıtlar. Bu versiyon test gösterimlerinde izleyicilerden olumsuz geri dönüşler alınca stüdyo Close ve Douglas’ı yeni bir final sahnesi çekmek üzere geri çağırdı. Douglas bu değişikliğe sıcak bakarken Close ve yönetmen Adrian Lyne fikre şiddetle karşı çıktı. Stüdyo ise Lyne’a yeni sonu çekmesi için 1,5 milyon dolar ek ödeme teklif edince yönetmen isteksiz de olsa kabul etti. Her ne kadar Close ve Lyne yeni finalden memnun olmasalar da Fatal Attraction dünya çapında 320 milyon dolarlık gişe başarısı elde etti ve hem Glenn Close’a hem de Adrian Lyne’a Oscar adaylığı kazandırdı.

Aliens (1986)

Ridley Scott’ın 1979 tarihli klasiği Alien’ın devamı niteliğindeki Aliens‘ın orijinal versiyonunda (yönetmen James Cameron’ın, Aliens’ı devam filmi olarak çektiği versiyonda) yürek burkan bir sahnede filmin baş kahramanı Ripley’nin (Sigourney Weaver), yarım asırdan uzun süren hiper uykudan uyanıp kızı Amanda’nın öldüğünü fark etmesini gösteriyor. Yıkılmış Ripley, yaşlı Amanda’nın fotoğrafına özlemle bakarken kızının hayatının neredeyse tamamını kaçırdığı için hayıflanıyor.

Aliens‘taki olayların çoğu Ripley’nin bir uzaylı saldırısında kısa süre önce yetim kalan genç bir kız olan Newt’i hayatta tutmak için verdiği çabaya odaklanıyor. Aliens‘tan çıkarılmasına rağmen Amanda hayatta ve sağlıklı bir şekilde, 2014’te yayınlanan ve karakterin kayıp annesini arayışını konu alan Alien: Isolation video oyununda başkahraman olarak görev alıyor. Alien: Isolation iki milyondan fazla kopya satarak Amanda’nın Alien evreninin vazgeçilmezlerinden biri olduğunu kanıtladı. Signourney Weaver oyunun ek indirilebilir içeriklerinde yer alan bazı seslendirmeler için Ripley rolünü tekrar üstlenmeyi bile kabul etti.

Metropolis (1927)

Yönetmen Fritz Lang’ın Metropolis‘i, 1927’de Almanya’da gösterime girdiğinde hem alay konusu oldu hem övgüyle karşılandı. Film başlangıçta yaklaşık iki buçuk saat uzunluğundaydı; Paramount, filmi dağıtmadan önce yaklaşık bir saat 40 dakikaya indirdi. Lang büyük üzüntüsüne rağmen filmin kısaltılmış versiyonunda çok önemli bir olay örgüsünü çıkardı ve distopyasının merkezindeki sınıf mücadelesini basitleştirdi.

Teknik bir harika olmasına ve bugüne kadar eşi benzeri görülmemiş ölçeğine ve maliyetine rağmen bazı eleştirmenler orijinalinde önemli kesintiler yapıldıktan sonra bile filmi beğenmedi. Ancak Metropolis daha sonra vizyoner estetiği, ustaca prodüksiyonu ve son teknoloji özel efektleri nedeniyle eleştirmenler tarafından yeniden değerlendirildi.

Filmin orijinal versiyonunun onlarca yıl kayıp olduğu düşünülse de müzik yapımcısı Giorgio Moroder’in filmin haklarını satın almasının ardından 1984’te büyük bölümü restore edildi. Moroder’in orijinal filmin restore edilmiş parçaları ve Freddie Mercury ve Pat Benatar gibi çağdaş sanatçıların yer aldığı bir müzikle tamamladığı versiyonu selefi kadar, hatta belki de daha fazla eleştiri aldı.

Moroder’in 1984 tarihli Metropolis versiyonu, Arjantin’deki bir müzede yapılan şok edici bir keşifle filmin neredeyse tamamen orijinal versiyonuna geri döndürülmesini sağlayan ek görüntüler ortaya çıkana kadar, genel olarak en iyi versiyon olarak kabul edildi. Müzenin küratörü Paula Felix-Didier, orijinalliğini doğrulamak için filmle birlikte Almanya’ya uçtu ve sinema tarihinin vazgeçilmez bir parçasını restore etti.

Fritz Lang’ın Metropolis filmindeki kayıp sahneler 80 yıl sonra ortaya çıktı

görsel: METROPOLIS

mentalfloss

Makale Etiketleri:
·
Makale Kategorileri:
FİLM/DİZİ · MANŞET